menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir düşüşün anatomisi

142 1
23.08.2024

Reha Muhtar hala bir haber merkezinin başında olsaydı, eminim, içinde Türkiye’nin en büyük şarkıcısı, hükümete yakın bir tiyatrocunun bir zamanlar yasak aşk yaşadığı sevgilisi, ülkenin en ünlü gazetecisinin o kadından olan ikizleri ve Baltalimanı’nda Orhan Gencebay’ın birkaç ev gerisindeki bir yalıda yaşanan görünmez kazanın olduğu bir “haberi” döndüre döndüre günlerce işlerdi. Servetini ve şanını bu gibi hikayelere borçlu olan birinin sonunda tam da böyle bir çıkmazın içine düşmesine trajikomik veya kader denebilir. Ama bir yandan da fazlasıyla Reha’vari bir haber. Bu konuyu Türkiye’nin gündeminde tutmak için Reha Muhtar büyük ihtimalle ekibinden konunun tanıklarını canlı yayına zorla da olsa getirmelerini isterdi. Bağırarak elbette.

Hikayenin mikrofon uzatılacak tanıklarından biri ben olabilir miydim? Açıkçası Reha Muhtar’ı çok uzun zamandır görmüyorum. Şirin Ediger’in Okan Bayülgen’i yazdığı mektuplarda “Sen Serge, ben Jane…” diye tavlamasından beri gördüğüm en aşk sahte ilişkisinin tam başlangıç zamanlarında, Alaçatı Port’taki lüks otelde temizlikçinin oğlu üzerinden—bağlantıları sormayın—ayarladığım odasında geçirdiği aşk tatilinden sonra yollarımız ayrıldı.

Reha Muhtar artık bugün herkese malum olan o sarmalın içine düşmek üzereydi tam o günlerde, ben de kendi hayatımın kendi karmaşıklıklarına. Ama o ana kadar kısa bir buluşma diye başlayıp beş saate uzanan öğlen yemeklerinden yılbaşı kutlamalarına hayatın en trajik dönüm noktalarına kadar birkaç sene boyunca sürekli yan yana vakit geçirdiğim bir… arkadaş, karakter, figür… tam olarak tanımlanamaz biriydi benim için.

Tam olarak tanımlanamazdı çünkü herhangi birine ağabeylik yapacak karakteri yoktu. Arkadaş deseniz, hiç kimseyle arkadaş olamayacak kadar kendisine odaklıydı. Meslektaş da diyemem çünkü basın tarihinde onun gazeteciliği en parlak sayfalarda geçmiyor. Halbuki istese çok iyi bir gazeteciydi. Yazgülü Aldoğan’ın Ankara’dan öğrencisi, sınıf arkadaşı da Aydın Özdalga. Kulağını telefona dayamış Atina’dan bildiren fotoğrafı benim kuşağımın hafızasına kazınmıştır. Ayrıca çok ama çok zeki biriydi de, bu kadar başarı zeka olmadan gelmiyor zaten.

Ama benim için bütün bunlardan öte sadece “Reha”ydı; adeta fiktif bir karakter gibi. Milyonların ekrandan tanıyıp hakkında fikir edindikleri o “Reha” karakteri var ya, gerçek hayatta da ondan çok farklı değildi.

*

Eski Türkiye’nin Ankara eliti denebilecek bir çiftin, Türkçü akademisyen bir babayla öğretmen bir annenin üzerinde titreyerek büyüttükleri, adeta bir ‘vanity project’ gibi yetiştirdikleri tek çocukları. TED Ankara Koleji, Ankara Üniversitesi gibi elit ayrıcalıklı kurumlarda eğitim görmüş, daha sonra kendisini yurtdışındaki kurslarla geliştirmiş; TRT ve Milliyet gibi döneminin en önemli gazetecilik mecralarında çalışıp yükselmiş gibiydi.

Ben tanıdığımda ne elitizmden ne sofistikasyondan ne de entelektüel derinlikten eser kalmıştı. Bir gün eski eşi Selin Çağlayan’ın çok kıymetli “İsrail Sözlüğü” kitabını Akmermez’deki Remzi’de birlikte görmüş, benim zorumla satın almıştı. Kitap haftalarca otomobilin arka koltuğunda dolaşmış, kapağı bile açılmamıştı. İnsan beş yıl evli kaldığı birine saygıdan açıp en azından önsözünü okur; hadi o olmadı en azından gazetecilik merakından şöyle bir sayfalarını çevirir. Ama, hayır, Reha Muhtar’ın bütün varlığı adeta anne-babasının onun için çizdiği proje evlat idealini reddetmek üzerine kuruluydu.

Ben de tek çocuk olduğum için biraz anlayabiliyorum. Reha Muhtar kendim de dahil olmak üzere tanıdığım-bildiğim bütün tek çocuklardan çok daha bencil ve şımarıktı. Şöhret olmak, çok büyük bir şöhret olmak da bu ego’sunu sadece daha fazla kabartmıştı. Birkaç sene boyunca hemen hemen bütün günlerimi neden onunla geçirdim sanıyorsunuz? Çünkü Reha Muhtar hayır demenin imkansız olduğu biriydi. Çocuk gibi tutturur ve istediği olmayınca da küser giderdi. Zaten ona ilk kez hayır dediğimde de bunun son olmayacağını anladı ve gitti.

*

Reha Muhtar bu hayatta birkaç kere düştü. En büyük düşüşü hayatının en başarılı kariyer noktasında tamamen kendisi dışı faktörlerden dolayı ana haberden atılmak oldu. Bugün dizilerin alamadığı rating’i alıyordu, tek başına bir kanalı ayakta tutuyordu halbuki. Sonradan ana muhalefet partisini ele geçirecek ve Türkiye’ye o başarısız Cumhurbaşkanı adaylarını dayatacak o odak önce Reha Muhtar’ı yedi. O dönemki patronunu “Bana beş milyon dolar verirseniz bankanızı kurtarırız,” diye kandırdılar, sonra da Reha Muhtar’ı ‘ikincil zarar’ olarak camdan attılar. Galiba başarılı olmanın da bir bedeli olduğunu anlayamamıştı, bu travmayı uzun süre atlatamadı.

Bu ilk travmanın ardından bol akıntılı bir nehre yüzme bilmeden atılmış, bulduğu ilk dala, o dal elinde kalana kadar sıkı sıkıya tutunmaya hazır bir haldeydi. O yüzden ana haber elinden alınınca bir daha televizyonda kendini bulamadı, birbirinden istikrarsız işler yaptı. Bir ara liberallerin bile kucağına düşer gibi olmuş, bugünlerde karısının kazandığı paraların üzerine konmakla itham edilen bir tipi kendisine danışman olarak tutmuştu. Belki de konjonktürü doğru okuyamadığı ve rüzgar hep bu yönde eseceğini düşündüğü için bugün çürümüşlüğü ortaya çıkan liberallerin programına çıkıp 45 dakika susmadan FETÖ operasyonlarını savunmalarına müsaade etti.

Siz hiç Reha Muhtar’ın bir kişinin sözünü kesmeden konuşturduğuna tanıklık ettiniz mi? Ama müdahale etmeye kalktığında canlı yayında bağırıp onu bile sindirdiler. Ve o Reha Muhtar bir de beni canlı yayına çıkarıp “danışmanıyla” kapıştırıp rating yapmayı istiyordu.........

© Habertürk


Get it on Google Play