Bir Amerikan filmi
Amerika’nın içinden geçtiği paranoyak ortamdan, 70’ler sineması benzeri siyasi filmler çıkacağını umuyordum. Ama bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum. Paul Thomas Anderson’ın vizyondaki yeni filmi “One Battle After Another” siyasi ve toplumsal şartların yarattığı paranoyanın beyaz perdeye yansıyan ilk ürünü. Bu yüzyılın en iyi filmi mi, emin değilim. Ama ona çok yakın bir yerde.
Birçok kişi için film bir devrim çağrısı, direniş kılavuzu. Eleştirenler sorumsuzca şiddeti meşrulaştırdığını söylüyor. Zaten ortadan ikiye ayrılan Amerika bir de bu film yüzünden kutuplaştı. Kim hangi pozisyonu alırsa alsın, filmin zamanlaması kusursuz, öngörüleri keskin ve durduğu yer çok net. Derdi günümüz Amerika’sının fotoğrafını çekmek, ama bunu o kadar iyi yapıyor ki yer yer belgesel niteliği taşıyor.
PTA bu filmi 2017’de tasarlamaya başladığında Donald Trump yeni seçilmişti. O ilk dönem protestolar, ayaklanmalar, ordunun şehirlere müdahalesi tartışmaları ve Kongre baskınıyla sona erdi. 2020 yazında “Black Lives Matter” hareketi Amerika’yı uzun süredir ertelenmiş bir yüzleşmeyle karşı karşıya bıraktı. Film prodüksiyonunun başladığı 2023’te ise pek çok kişi Trump’ın artık tarih olduğunu düşünüyordu. “One Battle After Another” da sanki Trump biraz daha iktidarda kalsa ne olur, düşüncesiyle yazılmış gibi duruyor.
Sonuçta Trump bir kez daha iktidara geldi, daha ilk senesi bile dolmadı. Ama film şu anda yaşananları o zamandan görmüş gibi. Bu film bir anlamda sinemanın Trump yönetimine verdiği ilk tepki.
Geçen hafta Trump, askerlere hitabında “Amerikan şehirlerinin ordu tatbikatı için kullanılabileceğinden” bahsediyordu. Filmi izlediğim Los Angeles’ta, birkaç ay önce Başkan’ın emriyle askerler şehre gönderilmiş, siyasi bir itiş kakışın ardından geri çekilmişti. Önümüzdeki günlerde Chicago’ya da en az 200 ulusal muhafızın gönderilmesi bekleniyor. “One Battle After Another”daki Amerikan sokaklarında da askerin sözü geçiyor, asayiş askerden soruluyor, asker göçmen avına çıkıp şehirleri basıyor.
Hikâye aslında siyah olmanın artık bir sorun olmadığı, ırkçılığın geride kaldığının varsayıldığı Obama yıllarında başlıyor. French 75 adlı örgüt, kürtaja karşı çıkan politikacıların evlerini bombalıyor, kamplarda tutulan kaçak göçmenleri serbest bırakıyor. Örgütün kendi içinde ırk bir mesele değil; üyeleri farklı etnik kökenlerden geliyor. Misyonları da azınlık haklarını savunmak.
Hepsi paranoyak, birbirlerinden başka kimseye güvenmiyorlar. Devletin dinlemediği 1G bandındaki telefonlarla iletişim kuruyorlar. Komik kod adları, şifreli konuşmaları, parolaları var. Aralarına bazen provokatif ajanlar karışıp eylemlerde........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d