Başıboş köpekler meselesi hem siyasi hem sınıfsal hem itikadi bir sorundur
Yerel seçimler yaklaşıyor. Gündem ittifaklı mı, ittifaksız mı sorusuna bağlı hengame içinde devinirken halkın gündemi daha başka. Orada pahalılık, geçim sıkıntısına bağlı beslenme bozuklulukları ve sokakların güvenliği gibi konular önem arz ediyor.
Uyuşturucu çeteleri ve başıboş köpek çeteleri adlı iki önemli sokak/cadde/mahalle güvenliği sorunu var ülkenin.
İlki daha büyük bir konu başlığı olduğu, ciddi güvenlik birimlerinin ilgi ve mücadele alanına girdiği ve daha önemlisi kimse ‘Hayır hayır uyuşturucu çetelerine dokunamazsınız, onlar da candır” demediği için, yani kimse sorunun çözümünü engellemek için kamuoyu falan oluşturmadığı ve ‘bakın biz burada bir uyuşturucusever ordusuyuz’ demediği için en azından kafada bitmiş bir mesele. Orada en azından kafalar karışık değil. “Uyuşturucu çocuklarımızı öldürüyor” dendiğinde kimse “Ama her yıl şu kadar kişi trafik kazasında da ölüyor, şu kadar kişi yangında ölüyor, şu kadar kişi gripten ölüyor şimdi onlara da mı ….” gibi laflar etmiyor. Kafası güzel olmuş temyiz kudreti elinden gitmiş olanı bile torbacılara bend olmuyor. Bakın bu büyük bir konfordur, çözümün yarısıdır.
Zira konu başıboş köpekler olduğunda ancak ‘bağımlılarda’ olabilecek bir irasyonellikle ‘olabilir noolmuş, çocuklar da ölebilir, çocuklar trafik kazasında da ölüyor, gripten de ölüyor, savaştan da ölüyor…' diyerek müthiş bir aymazlık sergileniyor. Sanki insanların başka nedenlerle ölmesi, başıboş köpekler yüzünden de ölmesini makulleştirebilirmiş gibi bir akıl tutulması var ve işin ilginci sevgili mağdurlar ve yakın gelecekte mağdur olmaktan korkanlar, resmen bu grubun dediği oluyor.
Kim düpedüz deli olan ve başıboş saldırgan köpekler için bile açılabilen bu vicdan pazarında sürekli el yükselten bir topluluktan çekinmez ki?
“Biraz insanlığınız varsa…” diye diye genişlettikleri alanda insanlar patır patır öldü. Ancak kamuoyu tepkisi de giderek yükseldi ve baktılar ki artık insan, vicdan demekle olmayacak, ‘Biz bir orduyuz’ cümlesini bile kurdular.
Ölen her çocuğun ya da yetişkinin kanı ellerindedir.
Ancak elbette böyle bir topluluk var diye asıl sorumluyu görmezden gelmeyeceğiz. Böyle bir topluluğa karşı bir türlü bağışıklık kazanamayan siyasi ve idari birimler, yerel yönetimler sorumludur.
Demokrasinin cilvesi gereği her türden popülizmi yapmak zorunda olan siyasiler, aynı zamanda tecrübesiz de oldukları için meselenin kangren haline gelmesini beklediler, çözmediler, ihmal ettiler, beklediler ve beklediler. O kadar ki başıboş köpek sayısı için artık on milyon gibi rakamlar telaffuz ediliyor.
Bu arada kendileri güvenlikli sitelerde oturan ve ‘minnoş’ cinslerden köpekler edinmiş olanlar, buldukları her aralıkta başıboş köpeklere işlenmiş et, lahmacun, sütlaç falan vererek hem hayvanların doğasını bozdu hem de doğanın işini yapmasına engel olarak nüfus patlamasına yol açtı.
Cins köpek üreticilerini hem de bu işi kaçak yoldan yapanların her yıl piyasaya verdiği onbinlerce köpek yavrusunu da unutmayalım. Sahiplendikleri köpeği üç ay sonra ormanda bırakıp giden ruhsuz insan artıklarına üretim yapan bu tüccarlar bugün itlaf seçeneğinin Türkiye’nin ’inin aklına yatar hale gelmesinin en önemli sebeplerinden biridir.
SUÇLULUK DUYGUSU DEĞİL ONTOLOJİK SAPMA
Ben üç kedisi olan ve şu enflasyon ortamında onların her ihtiyacını karşılamaya gayret sarfeden biriyim. Onlarla konuşur, halleşir, sever öper koklar tepeme çıkarırım.
Hayvan sevgisi nedir iyi biliyorum. Hayvanın her hâlükârda kendi fıtratına uygun yaşamasına duyulan hayranlığın beni de felsefi bir sapmanın eşiğine getirdiği oldu. Ben bile zaman zaman “Yaa bu kediler var ya, insandan üstün” noktasına geldim, eşiğinden döndüm. Çünkü bu görüş, hayvan merkezli bir hayat tasavvuru, insanlığı dehumanize etmekle sonuçlanıyor. Kesin bilgi.
Nitekim yaratıcıyla bağı kopmuş şehirli insanda bu sapma daha derin yarıklara varıyor. Yaratılmadığını, çünkü herhangi bir tanrının olmadığını düşünen, naturalistlerin evrim anlayışını benimseyen kişilerde varlık hiyerarşisi darmadağın oluyor. İnsan ‘öylesine bir varlık’ hatta ‘olmasa daha iyi olan bir varlık’ hatta ve hatta ‘gezegenin ensesine yapışmış bir asalak’ pozisyonuna indirgendiğinde atların sırtına binmek de, ineklerin sütlerini alıp peynir yapmak da büyük bir zulüm olarak görülüyor. Allah’a inanmayınca Allah’ın insana yüklediği ‘yeryüzünün halifesi’ rolüne de inanılmıyor doğal olarak ve Yaratıcının ‘eşrefi mahlukat’ potansiyeli gördüğü insanı aşağı çekmek kaçınılmaz oluyor. Yaratıcının meşru gördüğü insanın hayvan üzerindeki tasarruf hakkına düşman kesilmek ilk aşama. İkinci aşamada “İnsanın yaşam hakkı neden hayvanın yaşam hakkından üstün olsun ki?” noktasına geliniyor. Son aşamada “Senin çocuğun ölebilir diye sokak köpeklerini toplatamayız, kusura bakma” diyen mebzul miktarda insan görüyoruz.
İnsana karşı hiçbir sorumluluk duyulmuyor bu anlayış biçiminde. Çünkü insan zaten primattan evrile yuvarlana gelmiş bir varlık ve hayatının diğer hayvanlardan daha fazla korunması........
© Habertürk
visit website