"Batı da Doğu da bitti, yeni bir 'biz" inşa edebilirsek insanlığa yeni bir ufuk çizeriz"
Fatih İstanbul’un temsil ettiği değerlerin envanteri olan bir ilçe. Kentin aseti diyebileceğimiz ne varsa bu ilçede. Büyük ekonomik değer üreten Eminönü bölgesinden tutun, tarihi Kapalıçarşı’dan çıkın. Topkapı Sarayı da burada, Sultanahmet de, Sülaymaniye de... Bizans’ın Yerebatan Sarnıcı da burada, dünyada benzeri olmayan boza gibi bir içeceği üretmiş Vefa da. En kaliteli en rafine okullar da burada dizilerin meşhur ettiği Balat da. Çarşamba burada, Hırkai Şerif burada, ortodoks Fener de burada. Seküleri de var, gelenekseli de tarikatçısı da. Suriyeli, Özbek, Tacik sığınmacı ve göçmenler de burada, dayanışmada da burada. Suç ve kavga da var, huzur ve korumacılık da.
İşte bu çok önemli ve kırılgan ilçe için CHP, İmamoğlu döneminde ismini duyduğumuz farklı bir aday profilini öne çıkardı. Mahir Polat. 31 Mart’ta Polat şu an Fatih Belediye Başkanı olan ve oldukça sevilen bir profil olan AK Parti’nin adayı Mehmet Ergun Turan ile yarışacak. Ben de ardı ardına her iki isimle yaptığım söyleşleri burada size aktaracağım.
Mahir Polat mimarlık ve sanat tarihi okumuş, vakıflar ve kültür yönetimi alanında uzmanlaşmış bir isim. Birçok kişi onu İBB Kültür Varlıkları Dairesi Başkanı olarak ve İBB Genel Sekreter Yardımcılığı görevinden tanıyor. "İnanç Masası" yeni bir birim olarak onun koordinatörlüğünde kuruldu. Ama daha önemlisi İstanbul’u sevenler onun Süleymaniye Camii etrafındaki mahallenin başına getirilenlere karşı verdiği mücadeleden tanıyor. Dökmeciler Çarşısı’nı tarih kültür mirasını sanatçı ve tasarımcılarla meczedip 52 dükkanlı bir tarih kültür ve sanat merkezi haline getirmesinden tanıyor. Bugün oldukça itibar edilen "İBB Miras" Polat’ın fikri ve projesiydi. Dünyada büyük ses getiren ve Bellini’ye ait “Fatih” portresi ile “Kanuni Sultan Süleyman” portresi, “Fatih Madalyonu” gibi eserleri İstanbul’a kazandırmayı sağlayan isim olarak biliniyor.
-CHP’nin Fatih Belediye Başkan adayısınız. Fatih semtinin Peyami Safa’nın Fatih- Harbiye romanında anlattığı ikili ayrımdan da hatırlanacağı gibi özgün bir anlamı var. CHP de daha çok Harbiye’nin partisi gibi malum. Çok çalıştığınızı iddialı olduğunuzu da biliyor, duyuyoruz. Kahvehane, pazar, dükkan, stk heryere gidiyorsunuz. Sizi nasıl karşılıyorlar?
Şu ana kadar gezmediğimiz ya da kodlayarak ayırdığımız hiçbir yer olmadı gerçekten. Gittiğimiz her yerde gayet insani hayat üzerinden sıcak bir diyalog kurduk. Tabii tek tük öfkeli çıkışlara da denk geldiğimiz oldu. Ama bu öfke bizim kişiliğimizle ilgili değil. Bu da normal vatandaş genel olarak çok yorgun.
-Şu ana kadar kaç kişiyle görüştünüz Fatih’te?
Günde hiç değilse belki bir 500 kişiyle görüştüğüm oluyor. 20 binden fazla kişiyle hatta kitle toplantılarını sayarsak 30 binden fazla kişiyle temasımız olmuştur şu ana dek.
-İslami STK’larla da görüşüyor musunuz?
Onlara da gittik. Zaten İstanbul büyükşehir günlerimizde İnanç Masası nedeniyle işbirliğimiz var birçoğuyla. Toplumsal ihtiyaçlar bazında birçok kez bir araya geldik. Tabii bu artık bir politik, siyasi çalışma olduğu için farklı bir kulvarda oluyor görüşmeler ama gayet güzel geçiyor Türkiye mihmandarlık kültürünü unutmadı çünkü. .
-Oy vermeyeceğini bildiğiniz insanların da talepleri oluyor mu?
Evet. Tavsiyede bulunanlar çok oluyor. Şöyle yaparsanız daha iyi olur şeklinde.
-Neler öneriliyor?
Kendinizi ifade etme şekliniz çok pozitif bizimle daha çok temas kurun, sadece seçim dönemi olmasın şeklinde öneriler oluyor. Bence insanlar hangi grupta olurlarsa olsunlar Türkiye'de saygı görmeye ve saygı duymaya hasretler ve insani temelde eğer bu kapılar açıksa ve bu bir siyasi taktik gibi değilse, candan ve samimi bir açıklıksa bunun bir karşılığını hemen görüyoruz. Bence Türkiye toplumu bu açıdan gayet açık bir toplum.
"BÜYÜK SİYASİ DAVALAR BÜYÜK POLİTİK AYRIMLAR GİBİ GÖRÜNEN ŞEYLERİN KÖKENİNDE TEK BİR ŞEY VAR: GARİBANLIK"
-Yani sağcısı, solcusu, dindarı, seküleri fark etmeksizin her grubun temel beşeri ihtiyacı saygı görmek mi diyorsunuz?
Kesinlikle. Türkiye toplumu bence çocukluktan itibaren hakaret gören, ama saygı görmeyen, şiddet altında büyütülmüş ve bir türlü şefkat görmeyen insanların oluşturduğu büyük bir evren. Türkiye'nin en büyük sorunu şefkatsiz büyüme çağı. Siyasi görüşler de böyle şekilleniyor bu toplumda. Benim ait olduğum yer ve benim dışımdaki düşmanlar olarak kodlanıyor. Bana kalırsa insanlar hakikaten samimi bir şefkat gördüğünde bunu çok derin bir şekilde hissediyorlar ve buna hürmet ediyorlar. Aşağı yukarı herkesin aynı kaygıları, aynı dertleri var. İnsanlar bence Türkiye'de toplum karşısında ve devlet karşısında çok eziliyor, ezildiği için de çok şefkat arıyor. Onun içinde her zaman böyle bir kendince derme çatma organizasyonlar kuruyor. Bunlar bazen cemaat yapılanmaları oluyor, bazen siyaset yapılanmaları oluyor.
-İnsanları birleştiren şeyler siyasi olmaktan ziyade psikolojik mi diyorsunuz?
Aslında Türkiye'de siyasetten çok bence duygu hakim. İnsanların birbirinden ya da hayattan bekledikleri şeyin o kadar da radikal ve farklı olduğunu düşünmüyorum. Anadolu tarihinin en önemli konusudur bu. Bir yoksul toplumun evladı olarak korunaksız bir yaşam, korunaksız bir gelecek, sürekli bir tedbir alma çabası ve bu tedbir alma çabasında da her zaman küçük zaviyeler inşa etme, küçük destek dünyaları inşa etme ile ömürler geçtiğini biliyorum. Ve bu bizde sözüm ona büyük siyasi hareketlermiş ya da büyük davalarmış gibi ortaya konuluyor ama meselenin özü bu kadar bence. Şefkatli ve insanın korunduğu, insanın gözetildiği bir ülke ve toplum olabilsek bence meselelerimiz bu kadar gergin ve bu kadar şiddetli konuşulmayacak.
-Sağ, sol, seküler, dindar, milliyetçi liberal gibi politik ayrımların bu ükede hiçbir zaman anlamlı ayrımlar olmadığını mı söylüyorsunuz?
Bu ayrımlar kendilerini anlamlı gösteriyor ama aslında değil, evet. Bakınbütün politik tartışmaların özüne inin her grup aslında özünde garibanlığı, yoksulluğu, sahipsizliği ve çözümsüzlüğü reddeder ve bunları aşacağını iddia eder. Çünkü aslında kendisinin yaşadığı trajedilerdir bunlar ve bunları büyük iddialarla ortaya koyarak bir başka topluluğu karşısına alır, ötekileştirir ve trajediyi üretmeye devam eder. Günün sonunda şöyle bir tablo çıkar ortaya, her topluluk der ki ben yoksulum, çünkü öteki beni yeterince değerli kılmadı. Ben bana değer verilmediği için yoksulum ya da yoksunum.Anadolu’nun bu tarihi daha yakın zamanlarda Anadolu çocuklarının elleri yavaş yavaş ekmek tutmaya başladıkça saygın işlerde çalışmaya başladıkça değişmeye başladı. O da çok yakın bir tarihte.
-Bu tarih AK Parti’nin siyasetin merkezine yerleşmesiyle bağdaştırılabilir mi ?
Ben bunun başlangıcını cumhuriyetin ilk kuşaklarını garibanlıktan kurtaran köy enstitüleri olarak işaretlerim. İlk kuşak öğretmen olanların hepsi gariban çocuklardı ve onlar köydeki diğer garibanlara elini uzattı. Bu politik olarak bazen sağ, bazen sola temas etmiş olabilir ama bence bu toplum daha yeni yeni belini doğrultuyor.Bence motivasyon kaynağımız hep o dip tarifteki garibanlık ve ondan aldığımız haklı mücadele hırsı. Çünkü hep diyoruz ki ‘bana bakın ben garibanlığı bilirim!’ Ama tahlilde bir yanlışlık yapıyoruz hep, bu garibanlığı herkesin yaşadığını fark etmiyoruz. Bazı topluluklara özel olduğunu sanıyoruz.
-Ama bir taraftan da bizim toplumumuz İngiltere gibi keskin sınıfsal ayrımların olduğu bir yer de değil. Bir kast sistemi yok. Geçişkenlikler var. Yani bazen topluluklar siyasi ya da ekonomik bir gücün peşine takılarak ya da pratik zekayla tırnak içinde sınıf atlayabiliyor. O garibanlık iyileşmiyor mu o zaman?
Ama o bir çarkı felek. Türkiye de aslında hocam, insanlar büyük ölçüde bir fırsatın ucundan tutup tutamamayla kendilerini tanımlıyorlar. Yani bir fırsat dalgasının ucunda mıydım, değil miydim? Bazı büyük politik hikayeler de aslında böyle güçlendi. O büyük politik hikayeler iktidara geldi, çok parlak insanlar o gemide var mıydım, değil miydim diye baktı olaylara.İkbalci tarih bu topluma kapıkulu olmayı öğretti çünkü. Sarayın içine girdin mi girmedin mi? Bütün toplumsal momentte siyasetlerin yükseliş ve düşüşlerine göre fırsat görenler, kariyer üretenler hep tekil. Dışarda kalan milyonlarca insan için ise hiçbir plan yoktu. Böyle olunca da oldu, biliyor musunuz? Anadolu'nun makus talihi ve geleceği,iyi bir plana, iyi bir programa ve iyi bir çözüme sahip bir masa etrafında hiç konuşulamadı.
-Anadolu’nun makus talihinden Anadolu’nun kaçınılmaz depresyonuna mı gidiliyor?
Şu an siyaset bunu üretiyor. Olumluya değil de olumsuza depresyona meyil eden bir toplum var şu an. Çünkü gerçekten düşündüğü, iyi planladığı, iyi kullandığı bir şeyin hayata geçeceğine inanmıyor. 35-50 yaş arası toplumun bütün yükünü sırtlanmış durumda. Karşıtlık politikası üzerine sıkışmış bir siyasetten bahsediyoruz. 3 gün sonra seçim olacak, kim kazanacak, kim kaybedecek? Gençler de hayatta buna sıkıştırıldı. O yüzden sadece sinizm,şikayet ve depresyon kalıyor geriye.Toplum bir türlü gerçekten yeni bir enerjiyle buluşamıyor. Ama Türkiye bence şu an bir değişime ve dönüşme momentinde. Çünkü şikayetin olduğu her yerde bir dönüşüm momenti vardır.Dolayısıyla şu anda görünenlerin ötesine bakmak zorundayız.
"TÜRKİYE SADECE KENDİ SORUNLARINI DEĞİL İNSANLIĞIN SORUNLARINI DA SIRTLANMIŞ DURUMDA BUGÜN…"
- Ötesine baktığınızda ne görüyorsunuz?
Dünyada bir büyük bir medeniyet buhranı var ve Türkiye'de daha derinleşmiş bir buhran var.Kendi iç sorunlarımızla beraber bence insanlığın da sorunlarını sırtlamış bir haldeyiz. Bütün bunlarla beraber ben özgün fikrin Türkiye'den çıkabileceğine inanıyorum. Bence bu medeniyet krizinde de yeni mesele buradan çıkacak. Ne yazık ki bizim düşünmesi gereken toplumun önüne bir şey koyması gerekenlerimiz ya Batı'yı referans gösterdiler, ki şu an bitmiş bir Batı medeniyetinden bahsediyoruzya da Batı'yla beraber işbirliği yapmaktan ötürü çürümüş bir Doğu'yu işaret ettiler. İki çürümüş arasında biz, burada biz olarak kendimize güvenerek bu topraklarda bütün bu anlamsız ayrımların ötesine geçip hayatı beraber yaşayan, beraber paylaşan sevinci acısı çok genetik olarak benzer olan topluluklardaki çocuklar yan yana gelip bu yeni, bizim olan şeyi üretme iddiasını kuşanmak zorundayız. Ama yapamıyoruz bunu. Bu en kötü şey, çünkü biz şu an hakikaten tarihin en parlak dönemlerinde yaşıyor olabiliriz potansiyel olarak. Kötü günlerimiz de olur, bu ayrı bir şey. Ama sadece kendi hikayemize odaklanmamız lazım. Batıdan da doğudan da büyük insanlık hikayelerini toparlamamız oradaki deneyimi almamız ve ona hürmet etmemiz lazım ama en çok kendimize hürmet etmemiz lazım. Çocukluk travmalarını aşmamız lazım.Kendimizi sevmemiz lazım, yanımızdaki arkadaşımız da sevmemiz lazım. Yaptığımız işi sevmemiz lazım.
Samimiyetle şu işe sarılıp kendi medeniyetimizi toplarken, insanlığa da yeni yollar göstermemiz lazım. Totaliter bir rejimle değil, halka güvenerek yürüdüğümüzde bence çağdaş zamanın en özgün toplum sözleşmesini üretecek toplum biziz. Sadece İstanbul’da bile öyle yaşam kültürleri var ki, ben buna çok güveniyorum.
-Tam olarak neye güveniyorsunuz?
Bu medeniyetin güzelliklerine güveniyorum. Mesela Şeyh Galip bu topraklarda yaşadı. Yani ürettiği edebiyat burada. Biz hala bu topraklarda Şeyh Galib’in kim olduğunu çocuklar anlatamıyoruz. Şeyh Galib’i Yaşar Kemal’i tanımazsak nereye yürüyeceğimizi bilemeyiz oysa. Çünkü bizim hayal kurup yürüyeceğimiz evreni oluşturanlar onlar.
Bunlar bilinmiyor, dönüp de ateş denizin içerisinde mumdan kayıklarla ilerleyip hem ermeyi hem erimeyi bu temanın etkileyiciliğine bakmıyor insanlar. Bir........
© Habertürk
visit website