menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şapka!

126 0
27.03.2024

Şapka meselesi, öteden beri bizde “yara” olan bir meseledir. Eskilerden hemen hemen herkesin bir şapka hikayesi olduğu gibi; şapkaya dair hemen hemen herkesin bir hatırası da vardır. Mesela şapka deyince İslamcıları aklına “İskilipli Atıf Hoca”; 1970’li yılların devrimcilerinin aklına “kapının arkasına asılı şapka”; köylülerin aklına bulup, satın alıp kafasına geçirmek için “bin bir zahmet” gelirken; benim aklıma da “Türkçe harflerle ilk tanışma” gelir.

İskilipli Atıf Hoca’nın hikayesi meşhurdur; Şapka Kanunu çıkmadan önce “Frenk Mukallitliği” diye bir risale yazar, Süleyman Nazif’in sert tenkitine maruz kalır, kanun çıkar, geriye yürütürler, hocayı İstiklal Mahkemeleri’nde yargılar ve asarlar. Süleyman Nazif, “Niye astınız, sadece tartışıyorduk” der.

O günden bugüne şapka ile dindarlar arasına kan davası girer.

*

1970’li yıllarda, tam “devrim” yapacakları sırada askerlerin onlardan hızlı davranarak “ihtilal” yapıp alayını korkunç işkencelerden, uzun hapisliklerden geçirdikleri, bir kısmını öldürdükleri, bir kısmını sürgüne gönderdikleri, dağa sürdükleri, önemli bir kısmını sakat bıraktıkları “devrimciler”; sosyalizm fikriyle tanıştıkları, “motorları maviliklere sürmek” için meydana atıldıkları andan itibaren kapılarının arkasında asılı bir “şapka” buldular.

Kapının arkasındaki çivide veya duvardaki vestiyerde asılı şapka, dinsiz imansız, aile bilmez gelenek tanımaz komünistlerin “ahlaksızlıklarının” sembolüydü. O yıllarda komünist demek, dinsiz, imansız, ahlaksız kimse demekti. Bu yüzden hiç kimse (devlet korkusundan çok halk korkusundan) kolay kolay kendine “ben komünistim” demez, bütün komünistler kendine “ben sosyalistim” derdi. “Kapının arkasındaki şapka” o kadar tutmuş bir kara propagandaydı ki, ondan kurtulmak devrim yapmaktan zordu. Propagandanın esası şuydu: Komünist düzende akşam evine bitkin, yorgun argın dönen adam kapının arkasında veya duvardaki vestiyerde kendi şapkasına benzemeyen yabancı bir şapka görürse eğer, karısının o anda başka bir erkekle birlikte olduğunu anlar, sesini çıkarmadan, Erzurumluların deyimiyle “fışkıllara basa basa seyirterek” gider. Kapıyı da arkasından kapatmayı unutmaz. Kim bilir, belki de “alınlarına sürülmüş bu kara lekeyi” silmek, bu haksız ithamı bertaraf etmek için o zamanlar bütün solcu genç erkekler, yoldaşları kızlara kem gözle bakmaz, hepsine “bacı” diye hitap ederlerdi. Hatta bazı sol örgütlerde “bacılarıyla” gönül ilişkisine giren bazı “sekterleri” kurşuna bile dizdiler.

Bu şapka yok mu şapka? Devrimden sonra ona gününü göstermek devrimci bir görevdi!

Peki bu şapka meselesini sosyalist solcuların başına kim bela etmişti? Nerden gelip kapının arkasındaki o çivide kendine yer bulmuştu? Onu oraya kim asmıştı?

Burada da edebiyat giriyor devreye. Devrimcilere bu kötülüğü yapan da edebiyattır. Kötülüğün kaynağını, büyük Çehov’un “Duvardaki Çivi” hikayesine bağlayanlar var. Küçük bir hikayedir, hepitopu üç sayfa… Anton Çehov, komünistlerin Rusya’da Bolşevik ihtilali yapıp iktidara gelmelerinden 35 sene önce, 1883 yılında yazmış hikâyeyi. Yazarın, “Bir Ressamın Hikayesi” kitabında yer alan kısa hikâyeyi, Hasan Ali Ediz 1943’te “Duvardaki Çivi” adıyla Türkçeye çevirmiş.

Hikâye özetle şöyle:

Aynı dairde çalışan memur Struçkov, mesai arkadaşlarını bir gün evine davet eder. Karısı çok güzel poğaça pişiriyor, yol boyunca onun meziyetlerini anlatır arkadaşlarına. Hep birlikte eve girerler, evden mis gibi poğaça ve kızarmış kaz kokuları yükseliyor, koridorda paltolarını çıkarırlarken Stroçkov karısına misafirlerin geldiğini duyurmak için seslenir, tam o sırada misafirlerden birisi duvardaki kocaman çivide asılı bir şapka görür, memurlar hep birlikte şapkaya bakarlar, şapka tanıdık nüfuzlu birisinindir, hep bir ağızdan “o burada” derler, Struçkov da onları onaylar, evet o burada karısı Katya’nın yanında... Bunun üzerine o “işini bitirip” gidinceye kadar yakındaki bir birahaneye gitmeye karar verirler. Bir buçuk saat birahanede beklerler. Tekrar Struçkov’un evine gelirler. Evin içini eskisinden çok poğaça ve kızarmış kaz kokusu sarmıştır, hepsinin karnı açtır. Mutfağın kapısı yarı açıktır. Memurlar koca bir porsiyon........

© Habertürk


Get it on Google Play