menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ekmek, nan, non…

131 16
18.09.2024

Ben ve benden büyük olanlar, biz birkaç kuşak, doğduğumuz köyde aynı ekmekle beslenerek büyüdük: “Nanê kurore” diyorlardı bizi büyüten ekmeğe. Bir tür mısır ekmeği yani. Sınırlı tarlaların büyük bir kısmını pirince, geride kalanını da mısıra ayırırlardı bizim köylüler.

Mısır tarlasına aynı anda üç şey ekilirdi. Mısır, onun dibine çalı fasulyesi, onun yanına da kabak... Üç nimet de boy attığında fasulye, mısırı sırık olarak kullanır, kabak da tarlanın her yerine yayılmış arsız otları geniş yapraklarıyla örterek nefessiz bırakır, büyümelerine izin vermezdi. Bu yöntemi dünyada ilk kullananların Kızılderililer olduğu aklımda kalmış okuduğum bir kitaptan. Bizimkiler Kızılderili görüp onlardan feyz almadıklarına göre bu yöntemi kendileri bulmuş olmalılar. Mısır da fasulye de kabak da başka sebze ve bakliyatla birlikte Amerika’nın keşfinden sonra gelmiş Avrupa’ya, oradan da Mısır ve Şam’a götürülmüş, bu iki merkezden de Anadolu’ya yayılmış derler. Bu yüzden “mısırın” adı her yerde “mısır”; ama bizim oralara Şam’dan gelmiş olacak ki, bizdeki adı “şami”dir mesela. Domates de öyle, bize onu kim getirmiş bilmiyorum, her kim getirdiyse nereden getirdiğini bilmediğinden, daha önce Hindistan’dan Anadolu’ya gelmiş olan mor “patlıcanın” kırmızısı sanmış olmalı onu, ona “bacansor” veya kısaca “patlıcandan” bozarak “bacan” demiş. Ama domates mesela Siverek’e mutlaka Şam’dan gitmiş olmalı ki orada bu güzel sebzenin adı “şamik”tır. Ama mesela yine oraya çok uzak olmayan Mardin mıntıkasında artık hangi Frenk gavuru ulaştırdıysa oraya “firengî”dir domatesin adı.

Neyse ben “nanê kurore”yi anlatıyordum. Değirmende öğütülen mısır hamurundan böyle yastık büyüklüğünde “nanê kurore” çıkardı tandırdan. Uzun süre bozulmazdı. “Kurore”yi süte doğra, yoğurda doğra, ayrana doğra kaşıkla giriş, çorbayla ye… Neredeyse tek gıda… Tok tutar; başka türlü tekerleğin girmediği o dağlar arasındaki köylerde insanlar katır misali yıllar yılı o kadar ot balyaları, odun yüklerinin altından zor tutunurlardı hayata.

Beyaz buğday unundan ekmek, sadece bayramlarda pişerdi. Ona “nanê genimî” diyorduk. Bayramlar, buğday ekmeğinden yapılma bayram çörekleri, “tûtik” veya “kade” için beklenirdi biraz. Bayram sabahı kahvaltı sofrasına sıcacık “kade” ve “nanê genimî” gelirdi ki, yayılan kokunun bayram kokusu mu ekmek kokusu mu olduğu birbirine karışır, sıcak, mis gibi kokan buğday ekmeğinin kokusu bayram kokusu diye kuşakların hafızasında kendine bir yer edinmiş olmalı çok eskiden günümüze…

*

Serin dağ başı yaylalarında hayat erken başlar. Çocuklardan önce uyanır anneleri. Çocuk uyandığında o günün tereyağını yayıktaki yoğurdun üstünden çoktan almış anne; çocuğun elindeki bir parça “kurore”ye anne taze tereyağını sürer, güneş yamacın başında daha, “haydi yürü, topla arkadaşlarını, gidin güneşi alıp getirin buraya…” Bütün çocukların elinde aynı ekmek, vururlar yamaca… Annelerin emridir; güneş alınıp çadırların arasına getirilecek! Geceleri yatmadan önce, yine elimizde bir parça ekmek… Gökyüzünde yerini beğenmeyen yıldızlar yer kapma yarışında... Her şey Oktay Rıfat’ın dizlerindeki gibi:

“Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak

Öyle dalmışım ki sormayın

Bazen şaşırıp ekmek yerine

Yıldız yiyorum.”

Geceleri, serin dağ yaylalarında gökyüzüne bakıp yıldız ışığı içmek, taze tereyağı sürülmüş mısır ekmeği üzerine içilen şerbete benzer…

*

Mübarektir ekmek. Yere düşerse eğer öpüp başa konulacak. Mektep okunacaksa eğer, onun için okunacak. Elinin ilk tuttuğu şey, sevgilinin elinden önce ekmek olacak. İş aranacaksa eğer, onu yesin diye aranacak. Evin nafakası sayılmış binlerce yıldan beri, çoluk çocuğun rızkı… Her asır, her geçen yıl onu daha da aziz mertebesine ulaştırmış. Her dinde aynı hürmete mazhar, her ideoloji aynı gücü vehmetmiş. Taş onun için taşınmış, dikiş onun için dikilmiş, keşif onun için yapılmış, dünyanın yuvarlak olduğu onun uğruna ispatlanmış, gidilmemiş diyarlara onun için gidilmiş, toprak onun için sürülmüş, onun için delinmiş dağ, dilenen onun için avuç açmış başkasına, kavimler onun için yer değiştirmiş…

Orhan Veli’nin “Ekmek” adını verdiği bir şiiri var:

“Dilimin ucunda bir eski arkadaş adı

Unutulmuş şekilleri taşıyan bulutlar

Bir gökyüzü genişliğiyle ruhuma dolar

Otların üstüne........

© Habertürk


Get it on Google Play