Edebiyatta mekân veya Bekri Mustafa'nın mezarı
Verandada oturmuşum; sadece belirli aralıklarla, düzenli bir biçimde kıyıya vuran dalgaların sesi geliyor. Gece, üzerine ayın şavkı düşmüş derin bir kuyunun dibi gibi sessiz... Ay, gökyüzünde bakır bir tepsi misali. Sanki o tepsiden avuç avuç gümüş döküyorlar denize; yakamozlar, yeşil bir çayırlıkta yanıp sönen ateşböceklerine benziyor durgun suyun yüzeyinde.
O kadar dalmışım ki elimdeki “Aşıklara Yer Yok” (Doğan Kitap) kitabına, ne zamandan beri okuyorum hatırlamıyorum. Van’dayken, bir pazar sabahı, Van’ın ekâbir takımının gittiği; Yılmaz Erdoğan’ın “Yaşayabilme İhtimali” şiiriyle meşhur olan Van’ın artık alamet-i farikası haline gelmiş bir kahvaltı salonunda aniden çıktı karşıma sevgili dostum Tarık Tufan. Uzun bir süreden beri görmediğiniz bir dostunuzla karşılaştığınızda, onun da sizi özlediğini, onun da sizi görmekten mutlu olduğunu anlamak o kadar zor değildir; böylesi karşılaşma anlarında eğer karşılaştığınız kişinin gözlerindeki gülümsemeyi fark ederseniz hemen, bilin ki orta yerde giderilecek bir hasret vardır. Bilirsiniz, sadece hakiki dostlar gözleriyle gülümserler birbirilerine.
Tarık da öyle gülümsedi bana doğru gelirken. Van’da birkaç saati birlikte geçirdik. Faruk Duman’la katıldıkları halk kütüphanesindeki panele birlikte gittik. Sonuna kadar kalmadım söyleşinin ama o konuşurken bir yığın şey gelip geçti gözlerimin önünden, bir sürü yeni şey öğrendim ondan.
Sonra bana son romanı “Aşıklara Yer Yok”u “Sevgili ağabayim Muhsin Kızılkaya’ya kelimelere, hikayelere, iyi insanlara tutunarak” diye imzalayıp verdi. Kitap çıkınca bir arkadaşı adına bakıp “Hiç mi yok?” diye sormuş, o da “yok” demiş. Her romanında İstanbul’un farklı bir semtini alıp mekân yapıyor hikayesine Tarık. Çocukluğu İstanbul’da geçmiş, Eminönü sınırları içinde. Vakti zamanında Eminönü’nde çocuk arkadaşlarıyla izbe yerlere girip çıkarlarken en çok “Bekri Mustafa”nın mezarı kalmış aklında. Çocuk halleriyle orada yatan kişinin “sarhoşların piri” olduğunu biliyorlar, zira Bekri’nin hikayelerini, fıkralarını şehirde bilmeyen yok. Sonra Bedrettin Dalan dalmış oralara, bir ara Bekri Mustafa’nın mezarı kaybolmuş, sonra bir yerlerde yeniden ortaya çıkmış ama bu kez adı değişmiş olarak; şu andaki adı “Bekri Mustafa Hazretleri”dir.
Tarık Tufan; romanda mekân seçimi üzerine sorulan bir soru üzerine şehrin çeşitli yerlerinde bulunan mekânların zamanla nasıl değiştiğini, nasıl yeni anlamlara büründüğünü anlatmak için Eminönü’nde bulunan “Bekri Mustafa Hazretleri” türbesini örnek verdi.
*
Çeşitli kaynaklara baktım; Bekri Mustafa’nın Dördüncü Murat devrinde yaşadığı rivayet edilir. Padişahla aralarında geçtiği söylenen birçok fıkra dolaşır halk dilinde. Bekri’nin 40’lı yaşlarının ortalarında öldüğünü söylerler. Vasiyeti üzerine, şimdiki Ahi Çelebi Camii’nin arka tarafında bir zamanlar İstanbul’un en meşhur meyhanelerinin bulunduğu yere, özellikle meyhanelere yakın bir yere gömerler. Sarhoş Bekri bir süre sonra “Bekri Baba” olur çıkar. Türk, Rum, Ermeni, Yahudi İstanbul ahalisinin her gece içki içen kocalarından mustarip kadınları, kocaları bu illetten kurtulsunlar diye Bekri Baba’nın mezarından aldıkları toprağı, şifa olur diye, heriflerin yemeklerine kattıkları bile rivayet edilir. Burası gerçekten de onun mezarı mı bilinmez ama çok eskiden beri İstanbul’un meşhur ayyaşları burayı “pirlerinin” istirahatgâhı kabul etmiş, o büyük “zata” hürmet göstermiş, ellerinde şarap şişeleriyle “türbeye” gelmiş, şerefine içmiş, şişenin dibinde kalan miktarı da rahmetlinin mezarına dökmüşler. Kocalar Bekri Baba’nın şerefine şişeyi kafaya dikerlerken, çaresiz karıları da o “büyük zattan” medet ummuşlar uzun bir süre.
1980’lerde Bekri Baba, burada huzur içinde yatarken, bir ara aniden mezarı kaybolmuş. Dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan, dozerle İstanbul’un birçok yerine dalarken, dozerinden Bekri Mustafa’nın mezarı da nasibini almış. Bekri Baba’nın kırılan mezar taşını ve sandukasını olduğu yerden alıp, başka bir muhterem zat olan Şeyh Abdülrauf Şamadani Hazretleri’nin ayak ucuna gömmüşler. Bugün, orada bulunan bir üniversitenin arkasındaki bir otoparkta yer alan türbenin üzerinde “Bekri Mustafa Hazretleri” yazısı var. Hâlâ bir zamanlar “sarhoşların evliyası” olarak bilinen zatın türbesine gelip çaput bağlayanların, mum dikenlerin olduğu söylenir.
Bir başka İstanbul gezgini olan Osman Cemal Kaygılı, Bekri Mustafa’nın hayatını anlatan bir roman yazmış vakti zamanında. Kaygılı, mezarının ziyaretgah halini almasını şöyle anlatır kitabında:
“Tövbekâr olup evlenen Bekri Mustafa, zamanını iyilikler yaparak geçirmektedir. Şimdi seyrekçe uğradığı meyhanelerde herkes ona tam bir mübarek adam, tam bir Allah adamı, tam bir veli gibi bakıyor, hatta Hıristiyan meyhaneciler ondan kerametler, şefaatler umuyordu. İşte onun içindir ki bugün Yemiş........© Habertürk
visit website