menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Doğu Batı, Batı Doğu olacak!

68 0
07.04.2024

Bazen ne yazacağımı bilmeden otururum yazının başına. Bugün de öyle oldu. Uzun süre debelenip durdum. Bir yığın kitap karıştırdım. Ufak tefek şeyler okudum. Uzun uzun not defterime baktım. Pencereden dışarıyı seyrettim. Tekrar masaya oturdum. Perdelerini çektim otel odasının, oda loş olsun istedim. Sonra tekrar perdeleri açtım, bu kez içeriye ışık dolsun istedim. Kafamın içinde ufak tefek fikir kırıntıları var, hangisinden bir yazı çıkacak bilmiyorum.

Van-Ankara uçağında okuduğum ve ilk defa tanıştığım Kuzey Avrupa’nın yaşayan en büyük yazarları arasında gösterilen Norveçli Dag Solstad’ın “Profesör Andersen’in Gecesi” (YKY) romanı mesela… Bir roman gibi başlar, hikâye ilerledikçe metin bir denemeye dönüşür; varoluşsal bir denemeye. Romanın başkahramanı, elli beş yaşlarında saygın edebiyat profesörü Pal Andersendir. Profesör, bir Noel gecesini evinde yalnız geçirirken, bir ara yemek masasından kalkar, pencereden dışarı bakar ve karşı binada işlenen bir cinayete tanık olur. Şimdi cinayeti polise ihbar etsin mi etmesin mi? Bu kararsızlık hali onu inandığı sandığı birçok şeyi sorgulamaya götürür. Toplum içindeki rolü nedir? Edebiyat ve sanat neden önemlidir? Bu sorulara cevap ararken, inancını, ahlakını, adalete dair fikirlerini sorgular…

Pencere kenarında oturmuş, karşı pencerede Hitchcockvari bir cinayete tanık olmuş olan Profesör Andersen geçmişini sorgularken bir ara, kendi kuşağından aydınların tavrını getirir aklına. 1950 ila 1970 yılları arasında radikal solcu, çoğu Maocu fikirleri savunmuş olan Norveç aydınlarını… Ülkesi Norveç’te, hiçbir geçim sıkıntıları olmayan, siyasal baskı görmemiş, fikirleri yasaklanmamış olan bu insanların, elde ettikleri statüye, rahat hayata rağmen neden toplumsal düzeni kökten değiştirecek radikal fikirlerin peşinde koştuklarını sorup durur kendine. Egemen güçlere, devlet düzenine içten içe karşı oldukları halde aynı düzenin ayakta kalmasını sağlayan aktörler olduklarından habersizlerdi sanki demeye getirir. Konumları itibariyle, hepsi başhekim, şef psikolog, daire müdürü, üniversite hocası, ünlü aktör, sinema aktristi, ulusal bilinç yaratan yazarlardı; sosyal statülerine uygun bir şekilde yiyor, içiyor, yaşıyorlardı, yazlık evleri, arabaları, tekneleri vardı, iyi para kazanıyorlardı, hepsi refah içindeydi. Bu halleriyle muhaliflik yaparken, toplumsal düzenin asıl yürütücülerinin kendileri olduklarının ya farkında değil ya da bunu kabul etmiyor, “oldukları şeyi inkâr ediyorlardı,” yazara göre.

Bizde de öyle değil miydi sahiden?

Romanı okurken aklıma Halil Berktay’ın birkaç günden beri “Serbestiyet”te başlattığı “Solun Kültür Serüveni” başlığı altında “değişimi kabullenme sorunu” olarak adını koyduğu mesele geldi. Halil Hoca’ya göre, isterseniz 1908 Jön Türk devriminden, isterseniz 1923 Cumhuriyet ilanından başlatın, o zamandan beri Türkiye’nin içinde yaşadığı belli bir siyasal-kültürel paradigma vardı, o paradigma şimdi iflas etti. Memleket yeni geçişlere gebe, hatta doğum evresi başlamış bile. İdeolojilerin önerdiği hiçbir çare derdimize derman olmadı şimdiye kadar. Ne sosyalist solun “devrim” fikri, ne bazı İslamcı aydınları “şeriat düzeni” ne aşırı sağcıların “kızıl elma düşü” ne Kemalistlerin “aydınlanmacılığı” şu ana kadar bizi bir yere ulaştıramadı. Peki yeni dönemde yeni çıkış yolu nedir? Hocaya göre “yeni bir kültürün, yeni bir birlikte yaşama tarzının, yeni bir toplumsal varoluş anlayışının gerçekleşmesinden başka çare” görünmüyor.

Çatışmacı siyaset üzerine oldukça kafa yormuş, çağımızın en önemli düşünürlerinden Jacques Rancière de Halk TV’den Kürşad Oğuz’a verdiği bir röportajda, günümüzde bütün dünyada sağ ve solun, güçlenen yabancı düşmanlığı karşısında artık aynı şeyleri söylediğini, solun bir tür sağcılık olan liberalizmle ortaklık yaptığını, “sağcılık ve solculuk” gözlüğüyle günümüzün dünyasını anlamanın mümkün olamadığını söyler, zira “dünyanın düzeni zıtların uyumundan oluşur” alime göre.

Dönelim yine Halil Hoca’nın söylediklerine ve bulduğu çareye. Ona göre çare, “kültürel kutuplaşmanın” aşılmasındadır. Hem sağın hem solun,........

© Habertürk


Get it on Google Play