Bu yol nereye gider?
Seçimden iki üç gün önce memleketin bir ucundan bir ucuna; Muğla’nın Datça kasabasından Van’a, çok uzun bir yolculuk yaptım. Geze geze geldik; ilk konağımız Muğla’dan Adana’ya oldu, ertesi gün Bingöl’e vardık, bir gün sonra da oradan Van’a ulaştık.
Yol medeniyetse eğer, medeni bir memlekette yaşıyoruz artık. Avrupa’nın çok az ülkesinde bu kadar muhteşem yollarda yolculuk yaptım şimdiye kadar. Hayatında buluş namına pek bir şeye imza atmamış bir millet olarak biz, sürdüğümüz arabalara da ilk binek aracımız olan eşek muamelesi yapmaktan az buçuk vazgeçmiş olmalıyız ki yol boyunca hiçbir trafik kazasıyla karşılaşmadık.
Konya’yı ilk defa gördüm. Yolun düştüğü için gördüğün şehir, gerçek şehir değildir biliyorum yine de şehrin içinde geçen yolun kenarına dikilmiş çiçek açmış ağaçlar, muntazam kaldırımlar, ışıklandırma her şey bir şehirden geçmekte olduğum hissini yaşattı bana.
Mevlana’ya çok kısa uğradım. Eski şehrin içinden geçerken aklım hep Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdıklarındaydı. Büyük romancıya göre bu şehir “bozkırın çocuğu”dur. Bozkır gibi şehir de kendini gizleyen esrarlı bir güzelliğe sahiptir. Zira bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Benzer bir hissiyatı Denizli’de yaşamıştım. Tepenin başına varıp şehre yukarıdan baktığında şehir değil de yukarıda asılı “bir deniz” görünür gözüne; tıpkı Solhan dağlarını aşıp Muş ovasına girdiğinde gözüne görünen şairin “yalancı mavilik” olarak tanımladığı Muş ovası gibi… Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin, sizi bu serap vehmi karşılar. Kendini arzın tam merkezinde, ıpıssız bir yerde, “çok arızalı bir arazinin tam ortasında” hissedersin; bir ışık oyunu peşini hiç bırakmaz. Arzın merkezine çok uzun, çok düz bir yol gider; kendinizi aniden bir şehirde bulursunuz. Tanpınar’a göre Konya insanı ya sıtma gibi yakalar, kendi alemine taşır ya da sonuna kadar ona yabancı kalırsınız. İkisi de olmadı bende. Ne sıtmaya yakalandım ne de ona yabancı hissettim kendimi çünkü çok az kaldım şehirde. Menzil Adana’ydı şimdilik.
Konya üzerinden Adana’ya gecenin bir vakti girerken; bir zamanlar “Niğde üzerinden Adana Cezaevine” külüstür bir otobüs içinde nakledilen, “Alman kelepçelerinin bileklerini morarttığı” şair Can Yücel’in, “Bi sen eksiktin ayışığı/Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!” dizeleri vardı aklımda. Adana deyince damağımda hep bir Yılmaz Güney filmi ile bir Yaşar Kemal romanı tadı belirir. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin “Umut” hep hafızamın perdesinde oynar durur. “Demirciler Çarşısında” hep bir cinayet işlenirken, aynı zamanda kebap kokuları yükselir arşa. Çukurova’da İnce Memed’i arar gözlerim devedikenleri ayaklarını kanata kanata koşarken. Bir de uzun boylu, kavruk, dişleri bembeyaz bir delikanlı sırtında film bobini bir sinemadan bir sinemaya koşuyor durmadan. Abidin Dino dolaşıyor sokaklarında, bir kütüphanede genç Yaşar Kemal Stendall okuyor, Orhan Kemal çocukluğunu “Bereketli Topraklar”da bırakıp tutmuş İstanbul’un yolunu.
Kebap her yerde kebaptır ama gerçek tadına bu şehirde kavuşur. Şalgam her yerde şalgamdır ama bu şehirde şalgam hüviyetine bürünür. Ferdi Tayfur şarkıları, Müslüm Gürses kederidir şehir her aklıma geldiğinde… Arabesk sanki bu şehrin toprağından mayalanmış.
Yıllar önce, bir filmde rol vermek için görüşmeye çağırdığımız Hakkı Bulut anlatmıştı bu şehirde başında geçen bir hadiseyi bana. Dersim’den buraya taşınmış ailesi, bu şehirde okumuş, burada büyümüş, burada arabesk müziğinin en önemli seslerinden birisi olmuş. “Ben Köylüyüm” plağının kapıları kırdığı yıllardır… Televizyon yaygın değil, herkes onu sesinden tanıyor. Bir gün Kadirli’ye giden bir otobüse biner, otobüsün teybinde kendi kaseti çalınıyor, sesi bütün otobüsü sarmış, yolcular sesine katılıyor, o ise oturduğu koltukta gururla bakıyor etrafına, bu şarkıları söyleyen benim demek istiyor yolculara ama onu tanıyan yok, şüphelenen varsa da bu kadar meşhur bir sanatçı otobüse binmez diye düşünüyor olmalı. Daha fazla dayanamaz, oturduğu yerden kalkar, yüksek sesle, “Ben Hakkı Bulut’um” der gururla. Ortalıkta bir anda, o Adana sıcağında buz gibi bir hava eser, şoför teybi kapatır, otobüsü kenara çeker, “in aşağı” der. Yolcular dövmeye yeltenir onu. “Aman etmeyin eylemeyin, valla ben Hakkı Bulut’um” der, hep bir ağızdan dalga........
© Habertürk
visit website