Akraba yazarlar
Bazı yazarlar akrabadır. Aynı soydan gelmeseler de aynı geleneğin yazarlarıdır. Farklı milletlere mensup olmaları, birbirinden farklı dillerde yazmaları onları birbirine yabancı kılmaz. Birbirlerini görmeseler de hiç karşılaşmasalar da birbirlerinin kitaplarını okumasalar da birbirlerini çok iyi tanırlar. Aralarında bir bağ daima vardır. Kurdukları hayallerden müteşekkil bir bağdır bu bağ… Bazen aynı şeyleri hayal eder, aynı hikayeleri anlatırlar. Onları farklı kılan hikâyeyi söyleme biçimleri, makamlarıdır. Bazıları Acemaşiran söyler hikâyeyi bazıları Kürdilihicazkâr. Bazılarının hikayesine gitar eşlik eder bazılarınınkine kanun, arp… Bazıları saza döker derdini bazıları piyanoyla söyler şarkısını… Bütün bu makam ve enstrüman farklılıkları onları birbirinden uzaklaştırmaz. Dünyanın bir ucunda anlattığı bir hikaye, dünyanın öteki ucundaki yazarın anlattığı hikayeyle çakışır. Bazen yazdıkları birbirine karışır.
*
Gabriel Garcia Marquez, bundan on sene önce öldüğünde Meksika ile Kolombiya, külleri konusunda anlaşmazlığa düştü. Kolombiya’da doğmuş büyümüş ama Meksika’da ölmüştü. Yaşarken, ülkesi Kolombiya onu yaşadığına pişman etmiş, “solcu fikirleri” yüzünden memleketini terk edip Meksika’da hayatının önemli bir bölümünü geçirmiş burada ölmüştü. Büyük bir yazar olup “dünya kültür mirasının nadide bir parçası” haline gelince Kolombiya neyi kaybettiğinin farkına vardı; ölünce de “küllerine” sahip olmak istedi. İki ülke arasında bu “kül” meselesinden anlaşmazlık çıkınca sonunda orta bir yol bulundu, büyük yazarın külleri iki ülke arasında eşit şekilde bölüştürüldü. Kolombiya’nın payına düşen miktar, yazarlık işine başladığı şehir olan Cartagena’da yaptırılan bir büstünün altına konuldu, Meksika’nın payına düşen kısım ise Mexico City’de korumaya alındı.
Edebiyatta bugün “büyülü gerçekçilik” denilen yolla, Güney Amerika’nın kültürü ve tarihi için yeni bir “anlatı” geliştirdi. “Milli şuurlarına” taze kan verdi, canlandırdı, asıl sahiplerini “kayıp tarihleri”yle buluşturdu. Çiğ, hiçbir insana dokunmayan, hiçbir slogan atmadı; baskıya, talana, yağmaya karşı tek bir slogana sığındı: “Yaşasın hayat!” dedi.
Sesi bütün dünyada yankılandı.
Şimdi onu sadece bir kıta değil, yedi kıta dört iklimde yaşayan herkes akrabası sayıyor.
Ona bütün dünyada bu payeyi veren romanını “Yüzyıllık Yalnızlık”ı 1965 yılında yazmaya başladı, 1967 yılında yayınladı.
Ölünceye kadar hep solcu kaldı.
*
Marquez, yanına yeterince tütün, kağıt ve kalem alıp romanını yazmak üzere bir odaya kapandığında, İstanbul’da Oğuz Atay adında bir mühendis, “madem devrim yapmayacağız, o halde ben de roman yazacağım” diyerek, sevgilisi Sevin Seydi’nin İstanbul Çukurcuma’daki evine kapandı. “Devrime soyunmuş ama devrim yapmaktan çok birbirinin canına okumaya hevesli” arkadaşlarının serüvenini mesele yaptı, bir isim buldu onlara, “tutunamayanlar” dedi ve başladı hikayelerini anlatmaya. Marquez’le hemen hemen eşit zamanda yazmıştı romanını, yaklaşık iki senede… Marquez’in kitabı yayınlandıktan bir sene sonra oturmuştu daktilo başına Atay, sene 1968’di, kitabı bitirdiğinde onun “tutunamayanları” elde tabanca, banka soyarak elde edecekleri parayla halkı kurtarma işini........
© Habertürk
visit website