menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Paris, Paris olalı böyle eziyet görmedi

54 0
19.06.2024

1975’te gösterime giren ‘Jaws’dan bu yana köpekbalıkları üzerine kaç film çekildiğini tahmin etmek kolay değil. Kesin olan, hepsini şu ya da bu şekilde hâlâ ‘Jaws’ ile kıyaslıyor olmamız… Aslına bakarsanız, CGI teknolojilerinin geldiği şu noktada, 50 yıl önceki özel efekt teknikleriyle çekilen bir filmin çoktan eskimesi gerekirdi. Ama senaryo, yönetmenlik ve oyunculuğun iyi olduğu diğer tüm filmler gibi ‘Jaws’ da zamana karşı direniyor. Dahası kendi alt türünü oluşturan bir film olarak milat niteliğini taşıyor.

Türün yeni örneği Fransa yapımı, ‘Paris’in Altında’nın (Sous la Seine), zaman içinde ‘Jaws’ gibi bir klasiğe dönüşmesi bence zor görünüyor. Ama artistik kalite açısından çok iddiası olmayan kendi alt türünün kayda değer filmlerinden biri olarak anılacağını tahmin ediyorum. Uygulamanın nasıl olduğuna yazının sonunda geliriz ama çıkış noktası gerçekten dikkat çekici… Öyle ki, Netflix ana sayfasında tanıtımını fark eder etmez ‘Bir ara denk getirip seyretmeliyim’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Seyretmeden önce filmin niteliğiyle ilgili beklentilerim elbette çok yüksek değildi. Asıl olarak fikri nasıl geliştirip, uyguladıklarını merak ediyordum. Çünkü köpekbalığını Paris’in göbeğine getirmek ilgiye değer bir çıkış noktası olduğu kadar, zorlama bir fikir aynı zamanda. Böyle bir konuda inandırıcı olmanız öyle çok kolay değil. İnandırıcı olmak için çaba göstermeniz ise türün fıtratına aykırı.

O yüzden, yönetmen Xavier Gens’ın, Yannick Dahan, Maud Heywang ve Yaël Langmann ile birlikte yazdığı senaryoda inandırıcılık meselesine çok fazla takılmadığını görünce pek şaşırmıyorsunuz. Lilith adlı evrim geçirmiş köpekbalığının Sen Nehri’ne neden geldiğini, orada nasıl yaşayabildiğini ilerleyen bölümlerde ‘bilimsel’ olarak açıklıyorlar elbette; ama yolculuğu fiziksel anlamda nasıl başardığı konusunda herhangi bir izahata gerek görmüyorlar.

Sonuçta yazarların kurduğu hayal dünyasında, Lilith kendi hedefleri doğrultusunda Pasifik Okyanusu’ndan kalkıp, Sen Nehri’ne kadar geliyor. Bunu becerdiği yetmiyormuş gibi ardından tüm engelleri aşıp Paris’in yer altı mezarlarına, su haznelerine kadar uzanıyor.

Gerçi filmin bazı sahnelerinde birkaç kişi köpekbalığının Atlantik’ten Sen Nehri’ne nasıl girebildiğini soruyor; hatta, teknik olarak bunun imkânsızlığından söz ediyor. Yazarlar ise senaryoda bu soruların yanıtıyla ilgilenmiyor; Lilith’in yolculuğuna değil, vardığı yere ve orada yaptıklarına odaklanıyorlar.

Kaldı ki, filmin hikâye örgüsü, köpekbalığının Sen’deki varlığına inanmak ile inanmamak; oluşturduğu tehdidi ciddiye almakla almamak arasındaki çatışmalar üzerinden ilerliyor. Seyirci olarak, üstünde sensör taşıyan Lilith’in görsel simgesini bilgisayar ekranında görür görmez Sen Nehrinde dolaştığına hemen inanıyoruz. Başka şansımız yok. Mantıklı, akla yakın sorular, bilimsel itirazlar ise genellikle........

© Habertürk


Get it on Google Play