menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yankı odası toplumu

11 0
08.11.2025

Fikirlerin birbirine çarpmadan, sessizce yok olduğu, karşıt görüşlerin yalnızca kendi benzerleriyle yankılandığı, kamusal alanın bir tartışma değil, bir tekrar odası hâline geldiği bir düzen.

İletişim teknolojilerinin başlangıçta vaat ettiği şey, çeşitlilikti. İnternet, fikirlerin serbestçe dolaşacağı, bilgiyle donanmış bir kamusal alan kuracaktı. Oysa bugün görüyoruz ki bu serbestlik, giderek parçalanmış gerçeklikler doğurdu. Her birey, kendi inançlarını pekiştiren bir dijital çevre inşa ediyor; algoritmalar, bu çevreyi konforlu ve tanıdık tutmak için özenle çalışıyor. Böylece insanlar yalnızca görmek istediklerini görüyor, duymak istediklerini duyuyor. Geriye kalan her şey, sessiz bir karanlığa itiliyor.

Bu durumun psikolojik kökleri, insanın bilişsel yapısında saklı. İnsan beyni, karmaşıklığı azaltmak için seçici algıyla çalışır. Zihnimiz, rahatsız edici bilgiyi dışlar, tanıdık olana sarılır. Ancak dijital çağ bu eğilimi kurumsallaştırdı. Algoritmalar, bizim yerine bizim zihnimiz gibi düşünür oldu: “Bunu beğendiysen, bunu da seversin.” Böylece merak, yerini onaya; keşif, yerini onay döngüsüne bıraktı. İnsan, artık öğrenmek için değil, haklı çıkmak için okuyor.

Yankı odasının asıl tahribatı, kamuoyunun dokusunu zayıflatmasıdır. Walter Lippmann’ın bir asır önce uyardığı gibi, insanlar dünyayı doğrudan değil, “zihinlerindeki imgeler” aracılığıyla algılar. Bu imgeler, medya ve kurumlar tarafından şekillendirilir. Ancak bu çağda aracı kurumlar zayıfladı; yerini kişisel medyalar aldı. Her birey, kendi kamusunu kurdu; her grup, kendi hakikatini üretti. Sonuç, bir “çoğulculuk” değil, bir hakikat enflasyonudur. Herkesin kendi gerçeği varsa, ortak bir kamusal akıl........

© Haberton