Dicle’de bir üniversite var!
Kitabın sonunda Gorki’nin üniversitelerinin ekmek fırınları, yol inşaatları, marangozhaneler olduğunu fark edince üniversite heyecanının yerini edebiyat heyecanı aldı.
Yine de Gorki’yi bir süre dinlemeye alıp bir üniversiteye öğrencisi olmak için çabalıyorduk. 12 Eylül sonrası zor şartlarda, hocaların tutuklu ya da işten atılsa da yeni hocaların da henüz gelmemiş olsa da bu yüzden derslerimizin boş geçse de dershanesiz bir ilçede okusak da üniversite öğrencisi olmaya hak kazanmıştık.
Dicle Nehri’ne bakan bir yamaç üzerine kurulu üniversite ilk başta bizi oldukça büyülemişti. Büyük amfilerde ders iç içe ders dinlemeler, büyük koridorlarda kalorifer petekleri üzerinde sohbetler, kantin buluşmaları, yurt arkadaşlığı derken, Gorki’nin fırın işçileri kadar olmasa da kendimizi sosyal bir ortamda buluverdik.
12 Eylül'ün baskısı devam ediyordu. Ama inanç ve direnişte devam ediyordu. Ve her şeyden önemlisi örgütlenme çabası da vardı.
İlk yemek boykotu, rektörlük önünde ilk oturma eylemi derken, öğrenci derneği için komisyonlarını da kurmuştuk.
Bir yandan futbol turnuvaları bir yandan satranç turnuvaları derken tiyatro ile birlikte sanatla buluşmamız da gecikmedi.
Elbette Eylül sonrasının eğitim zorlukları da vardı. Ama o dönem Tıp Fakültesi’nde, daha önce Tabip Odası başkanlığı yapmış Dr. Halil Değertekin, Dr. Salih Yıldırım ile Dr. Ekrem Müftüoğlu, Dr. Bünyamin Işık, Dr. Fikri Canoruç, Dr Kemal Balcı gibi birçok değerli bilim insanı da vardı. Eleştirilecek yönleri olsa da onlar hem hekimlik yapıyor, hem de eğitim veriyordu. Şimdiki gibi özel hastanelerin olmadığı dönemde Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi bir bölge hastanesi gibi halka hizmet ediyordu. Hocalar zamanın çoğunu kliniklerde geçiriyordu.
YÖK (Yüksek Öğrenim Kurulu) kurulmuştu. Ama üniversitenin özerk havası fiili olarak........
© Güneydoğu Ekspres
visit website