İstanbul Sözleşmesi kararı idam isteyenleri besledi
Tam kırk yıldır ülkemizde idam cezası uygulanmıyor. 1984 yılında Anayasa değişikliği ile idam cezalarının uygulanması usulü yeniden düzenlenmişti. Düzenlemeye göre mahkemece verilen idam hükmünün uygulanması TBMM’de çıkarılacak bir kanun şartına bağlandı. Kısaca idam dediğimiz ölüm cezası hükmünün yerine getirilmesi için parlamento onayının esas alınmasıyla birlikte bizde idam cezası fiilen uygulamadan kalkmış oldu. Fiiliyatta ölüm cezası, yaşam hakkını sonlandırma yetkisi, yargının değil yasamanın sorumluluk alanına girdi. Ve siyaset yirmi yıl boyunca, 2004’e kadar, bu insanlık ayıbını üstlenmediği için Meclis, onay kanunu çıkarmadan dosyaları bekletmişti. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından itibaren idam tartışmaları tekrar alevlendi. Detaylara girmeyelim ama uzun tartışmalar sonrası 2004 değişikliği ile ölüm cezası, bağlantılı hükümlerle birlikte Anayasadan kaldırıldı. Böylece bu ülkenin yurttaşları olarak, “Türk milleti adına” başlığıyla hepimizi içine alan idam hükümleri ayıbından kurtulduk. Yaşam hakkı ihlal yetkisini yargıdan almış olduğumuz gibi yasamadan da kurtarmış olduk. Ceza Hukuku tarihinin insanileştirilmesi sürecini dikkate alıp, idam hükmünün kaldırıldığı tarihi insanlık bayramı ilan etsek iyi olurdu. Ülkemizde iki aşamada kaldırıldığını söylemek gereken idam cezasının uygulanmadığı kırk yıllık süre, yaklaşık iki nesil ömrü sayılır. İki nesil ömründe sosyo-kültürel açıdan bakınca, böylesi değişimlerin yerleşmesi ve aksinin düşünülmez hale gelmesi beklenirdi. Olmadı. Özellikle son yirmi yılda ‘idam isterük’ tayfası hiç susmadı. Bugünlerde kan tutmuşluk histerisi yine gündemin afakını sarmış, idamın, Cumhuriyet tarihindeki uygulamasını dahi yok sayıp, meydanlarda asılmış ölü bedenler görmek için adeta ağızlarından tükürük saçarak kampanya başlattılar.
Politikacıların cesaretlendirdiği idam isterükçüler kan tutma histerine kapılmış halde. Beni can evimden vuran, inancımın bu denli vahşileştirildiği sözler. Ulemalıkları kendilerinden menkul, müritlerince uçurulanlardan birisi yine kısas ayetini (Bakara/179) gerekçe gösteriyor. Meydanlarda asılacağını bilse, maktulün çocuklarına sorulup “öldürün” cevabı alınacağını bilse “o taksiciyi öldürmez” diyor. Utanmadan “kısasta hayat vardır” hükmünü “öldür” emri olarak yorumlayıp Allah’a iftira ediyor. İlahiyatçıların bu tür yorumlara dur demesi için kısas ayetini tüm hükümleriyle birlikte açıklaması şart. Ancak en yakın tarihlerde yaşamış büyük müfessirlerden birisi olan Muhammed Eset bile geleneksel yorumların yanlış olduğunu fakat kendisinin de tam olarak bu ayeti açıklamakta aciz kaldığını belirtmekle yetinmiştir. Çünkü kısas ayetini anlamak ve açıklamak için ceza hukuku tarihini bilmek gerekir. Dünya genelinde insanlık tarihinin ceza hukukundaki insanileşme sürecini ele alan yakın tarihli araştırmalarda bile İslamla birlikte yaşanan değişikliklere yer verilmiyor. Nasıl verilsin ki İslam adına verilen hükümler ve yorumlar, Müslüman toplumları tarih boyunca dünya genelinden çok ayrı bir yerde, başka gezegende yaşar gibi gösterecek şekilde insanlık genelinde ayrı tutmuşlardır. Tabii ki bu durum ceza hukuku tarihçilerinin ayıbını ortadan kaldırmaya yetmez. Kur’an’ın tarihselci yorumları bile kısas ayetinin, insanlığın ceza adaleti anlayışında o çağdaki yaklaşımlara kıyasla ne büyük bir insanileşme yarattığını........
© Gazete Duvar
visit website