Medya ve Etik
Karmaşık ve dinamik bir alan olan medya etiği, teknolojik gelişmelerden, toplumsal değişimlerden ve etik çerçevelerden etkilenerek zaman içinde önemli ölçüde gelişmiştir. Medya etiği ilkelerinin gelişimi, iletişim teknolojilerinin, etik teorilerin ve toplumsal normların gelişimini yansıtır. Eski felsefi tartışmalardan çağdaş dijital zorluklara kadar medya etiği, ifade özgürlüğünü etik sorumluluklarla dengeleyerek karmaşık ahlaki ortamlarda gezinmeye devam ediyor.
Bir avukat arkadaş, geçen hafta Ankara’da toplanan “Medya Konferansı 2024 - Gazeteciliğin Dönüşümü ve Arayışlar” çerçevesindeki konuşmasında gerek hukuk gerekse basın sektörlerinin en az inanılır olmalarının sebebi olarak belki silikleşen etik anlayışa bakmak gerektiğini söylediğinde, “Tam isabet” diye haykırasım geldi.
Enteresan değil mi basın sayesinde hukukçular güvenirlilik listesinin en sonunda yalnız kalmıyorlar, gazeteciler de keza sondan üçüncü veya ikinci konumlarını öncelikle hukukçulara, sonra politikacılara borçlu durumdalar. Ancak sonuç pek de değişmiyor, hukuk, basın ve siyaset alanları nedense en az güvenilen sektörler olmaya devam ediyorlar.
Siyaset ümitsiz. Güven temelli bir listede nasıl Türkiye siyasetçisi daha üst sıralara çıkabilir? Zor dostum zor. Peki hukukçular için durum? Çare belli. Hukuk bağımsız, yargıçlar cüzdan ile vicdan arasında bocalamazlarsa vaziyet iyileşebilir. Peki Türkiye basını için de öyle kolay bir reçete mevcut mu? İmkansız değilse de çok zor bir durum.
Öncelikle, medya etiği hatırlamadan ve etik kurallara sadece gazetecinin değil, aynı zamanda ve hatta ondan da fazla bir şekilde medya sahipliğinin riayet etmesi gerektiği kabul edilmeden kimse bir ilerleme beklemesin. Ancak diyelim bunlar sağlandı, yine yeterli olmayacaktır. Hukukun da bağımsız değilse bile sanki bağımsız gibi, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde ifade ve basın özgürlüğüne “halkın anayasal haber alma hakkı” çerçevesinde “katlanarak” ve hatta “şeytanın avukatı” olarak görse bile, basın mensubuna kişisel basın organlarına kurumsal olarak kendini ifade etmesi de gerekmektedir.
George Orwell’in Londra’da BBC önündeki heykelinde yazan “Eğer özgürlüğün en ufak bir anlamı varsa, bu da insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleme hakkıdır” sözü entelektüelin sosyolojik sorumluluğu kadar ifade özgürlüğünün de bir tanımını yapar. Nasıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1976 tarihli Handyside davasında verdiği özetle “İfade özgürlüğü, sadece zararsız ve nötr duygu ve düşünceler için değil toplumun bir bölümünün yahut devletin; aleyhine, şoke edici, rahatsız edici, çarpıcı düşünceler için de geçerlidir” kararı, ifade özgürlüğünün insanlara ve hükümetlere hoşlarına gidecek fikirlerden oluştuğu anlayışını tarihin çöplüğüne atmaktadır..........
© Gazete Durum
visit website