menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir Yıkımın İnşası Üzerine: Mehmet Ali Sevimli ile Yıkılmak (2025) Filmi Hakkında Bir Söyleşi

10 0
18.12.2025

Bu yıl TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri’nde yarışan Mehmet Ali Sevimli ile Yıkılmak (2025) filmi hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik. Belgesel sinemanın konumunu ve festival sürecini konuştuk. Keyifli okumalar.

Yıkılmak adlı belgesel filminizle 16. TRT Uluslararası Belgesel Ödülleri’nden ikincilik ödülüyle döndünüz. Öncelikle tebrik ederim. Röportajıma başlamadan önce sizi biraz tanıyabilir miyiz? Mehmet Ali Sevimli kimdir, sinema yolculuğu nasıl başladı?

Teşekkür ederim. Sinema yolculuğum, üniversitede sinema eğitimi almaya başlamamla birlikte daha somut bir zemine oturdu. Bir yandan kısıtlı imkânlarla küçük ekipler kurarak kısa filmler ve belgeseller çekmeye başladım; bir yandan da yaz aylarında setlerde asistanlık yaptım. Öğrencilik dönemimde çektiğim filmler çeşitli festivallerde gösterildi, ödüller aldı. Ancak sinemayı, büyüleyici bir disiplin olarak kavramayı ve keşfetmeyi hem teorik hem de pratik anlamda hiçbir şekilde bırakmadım. Bu süreci yalnızca bir akademik başlangıç olarak değil, aynı zamanda dünyaya bakışımı dönüştüren bir kırılma noktası olarak gördüm. Sinema benim için bir ifade biçimi olmanın ötesinde kültürel hafızayı, toplumsal dinamikleri ve bireysel varoluşu anlamlandırmanın bir yolu oldu. Bu nedenle yolculuğum, yalnızca teknik beceriler edinmekten ibaret değildi. Aynı zamanda sinemanın düşünsel arka planını keşfetmek, onun felsefi ve sosyolojik boyutlarını kavramakla ilgiliydi. Bir yandan üretim süreçlerinde yer alarak pratiğin disiplinini öğrendim, diğer yandan akademik çalışmalarla sinemanın tarihsel ve teorik katmanlarını irdeledim. Bugün hâlâ bu iki alanı birbirinden ayrı düşünmüyorum; çünkü sinema, hem zihinsel hem de fiziksel bir eylem olarak sürekli bir diyalog gerektiriyor. Ben de bu diyaloğun içinde hem araştıran hem üreten bir pozisyonda var olmaya çalışmayı önemsiyorum.

Yıkılmak, Osmaniye’nin Pirsultanlı Köyü’nde geçen oldukça tanıdık bir hikâye, birçoğumuzun hayatından da kesitler barındırıyor. Muhtarlık seçimlerini merkeze alan hafif dozda politik bir film. Belki cümlemi oldukça yumuşattım ama mikro ölçekte baktığımızda siyasi tarihimiz açısından daha kapalı bir güruhu ilgilendiriyor diyebiliriz. Aslında oldukça “sıradan” olan bir hikâyeyi filme alma süreciniz nasıl şekillendi? Pirsultanlı Köyü ve buradaki muhtar seçimi sizi nasıl etkiledi?

Güçlü hikâyelerin, gündelik hayatın içinde saklı olan sıradan durumlardan çıkması benim için heyecan verici. Pirsultanlı’daki muhtarlık seçimi, dışarıdan bakıldığında basit bir yerel seçim yarışıgibi görünebilir ama filmi izlediğinizde bunun bir kimlik ve aidiyet mücadelesine dönüştüğünü fark ediyorsunuz. Kaybetmek, burada yalnızca bir idari sonuç değil; toplumsal bir travma. Bu farkındalık, beni bu hikâyeye yönelten en güçlü motivasyon oldu. Çünkü bu duygu, yalnızca bir köye özgü olmaktan ziyade ülkenin siyasal kültürüne kök salmış bir refleks. Mikro düzeyde yaşanan bu gerilim, makro düzeydeki güç ilişkilerinin aynası gibi işliyor. Bir köydeki muhtarlık yarışı, aslında bir ülkenin siyasal psikolojisinin yansıması gibi. Aidiyet, onur, güç ilişkileri yalnızca teorik kavramlar olmakla kalmıyor, kameranın önünde ete kemiğe bürünüyor. Benim için mesele, bu görünmez gerilimi görünür kılmaktı. Pirsultanlı, bu anlamda hem kişisel hafızamla hem de toplumsal belleğimizle konuşan bir mekân oldu.

Belgesel sinemayı diğer türlerden ayıran özgün yönleri siz nasıl tanımlıyorsunuz? Günümüzün sinema pratikleri düşünüldüğünde, belgeselin yalnızca belge niteliği taşıyan bir formu aşarak çok katmanlı bir yaratım alanına dönüştüğü görülüyor. Bu bağlamda sizin için belgesel üretiminde en kritik öncelikler ve olmazsa olmaz ilkeler nelerdir?

Sinemanın türler üzerinden tartışılması bana çok sağlıklı gelmiyor. Elbette türlerin kendi iç dinamikleri var; bu yadsınamaz bir gerçek. Ancak özellikle ülkemizde filmler üzerine kurulan bir “janr fetişizmi” dikkat çekiyor. Oysa sinema, türlerin ötesinde bir anlatı sanatı. Temel mesele, hikâyenin çekirdeğinin hangi estetik ve yapısal form içinde daha işlevsel hâle geleceği. Tür, bu noktada bir araçtır, amaç değil. Sektörde sıkça duyduğumuz “ben belgeselciyim”, veya “kurmacayı sevmiyorum” gibi ifadeler, sinemanın doğasına aykırı bir indirgemecilik içeriyor. Benzer şekilde, kurmaca üretim yapan bazı yönetmenlerin belgesel sinemaya ikinci sınıf bir alan gibi yaklaşması da aynı derecede sorunludur. Eğer bir kişi kendisini “sinemacı” olarak tanımlıyorsa, tüm türlerin matematiğini anlamalı, her birinin yapım pratiğine hâkim olmalıdır. Çünkü sinema, türler arasında geçirgen bir sanat; belgesel ve kurmaca arasındaki sınırlar, yaratıcı süreçte çoğu zaman bulanıklaşıyor. Benim için tercih, genellikle anlatmak istediğim konunun doğasıyla ilgili oluyor. Eğer sosyal aktörlere ulaşabiliyor, gerçek kişilerle çalışabiliyorsam belgesel türüne daha yakın oluyorum. Ancak bu mümkün değilse, dünyanın tamamını kendim kurmam gerekiyor. Yıkılmak filmi, bana güçlü bir gerçeklik malzemesi sundu; bu nedenle belgesel olarak biçimlenmesi kaçınılmazdı.

Ancak yine de belgesel sinemasını diğer türlerden ayıran en temel özellik, gerçeklikle kurduğu etik ve estetik ilişkidir. Kurmaca sinema, dünyayı yeniden inşa eder; belgesel ise var olan dünyayı anlamaya çalışır. Ancak bu, belgeselin yalnızca “belge” niteliği taşıyan bir form olduğu anlamına gelmiyor. Günümüzde belgesel, salt kayıt olmanın ötesine geçerek çok katmanlı bir yaratım alanına dönüştü. Gerçeklik, yönetmenin bakışıyla yeniden yorumlanıyor; bu yorum, hem sinematografik hem de düşünsel bir tasarım gerektiriyor.

Benim için sosyal aktörlerle çalıştığım filmlerde en kritik öncelikler üç başlıkta toplanıyor: Birincisi, etik sorumluluk. Kamera karşısındaki insan, yalnızca bir kaynak kişi değil; kendi hikâyesinin öznesi. Onun mahremiyetine, onuruna ve güvenine saygı duymak, belgesel sinemanın olmazsa olmazıdır. İkincisi, gözlemci bakışın derinliği. Belgesel, yüzeyde görüneni kaydetmekle yetinemez; görünmeyeni, söylenmeyeni, sessizlikte gizlenen anlamı yakalamalıdır. Üçüncüsü ise biçimsel cesaret. Belgesel, klâsik anlatı kalıplarına sıkışmadan, yeni ifade biçimleri aramalı. Bugün belgesel sinema, kurmaca ile belgesel arasındaki sınırları bulanıklaştıran hibrit formlarla, deneysel montajlarla ve çoklu perspektiflerle zenginleşiyor.

Az önce de bahsettiğim gibi hayatlarımızın her alanı mikro düzeyde de olsa siyaset yapmak üzerine kurulu. Romantik ilişkilerimizden profesyonel ilişkilerimize uzanan geniş bir yelpazede politik tutumların içerisinde bulunuyoruz. Hatta kimi zaman politik olmak zorunda kaldığımız da oluyor. Bunu genellikle medeni bir hayat sürmek için gerçekleştiriyoruz. Çünkü medeniyet dediğimiz şey biraz da bizim gibi olmayan, aynı düşünmeyen, aynı hissetmeyen diğerleriyle uyum içinde ve saygı çerçevesinde yaşamaktır. Uyum demişken, belgesel sinema kendisiyle aynı perspektife sahip olmayan veya kurmaca anlatılara göre daha politik ve daha gerçekçi bir üsluba sahip. Bu bağlamda filmin kurgusal boyutu da ilgimi çekenler arasında yer alıyor. Yıkılmak hakkındaki ilk araştırma sorunuz neydi?

Bence sinema, yalnızca olup biteni kaydetmek değil; görünmeyeni, söylenmeyeni, sessizlikte gizlenen anlamı ortaya çıkarmaktır. Yıkılmak için bu soru şu şekilde şekillendi: “Bir köydeki seçim neden bir kimlik savaşına dönüşüyor?” Bu sorunun peşine düşmek, filmin bütün yapısını belirleyen bir pusula oldu. Benim için mesele, bir muhtarlık yarışının ardında yatan psikolojik ve sosyolojik gerilimi anlamaktı. Kaybetme korkusu neden bu kadar derin? Neden bir makamın kaybı, bir varoluş krizine dönüşüyor? Bu sorular, yalnızca Pirsultanlı’ya değil, Türkiye’nin siyasal kültürüne dair de bir kapı aralıyor. Benim için Yıkılmak, bir seçim sürecini anlatmanın ötesinde, toplumsal hafızanın kırılganlığını ve onur kavramının nasıl bir güç ilişkisine dönüştüğünü göstermekti.

Filmde en etkilendiğim diyaloglardan biri “Evden çıkmasam bile bu seçimi alırım.” sözü oldu. Bu minicik cümle aslında ülkemizin ve hatta dünya siyasetinin tartışma konusu. Bireysel hayatlarımızda maruz kaldığımız manipülasyonları benzer şekilde sürecin mutfağında deneyimlemek oldukça sarsıcıydı. Hâliyle insanın aklına etik bir şekilde yarışmak mümkün mü? sorusu geliyor. Yönetmen kimliğinizden bağımsız olarak Pirsultanlı Köyü hakkındaki seçim çalışmalarında her iki tarafa yönelik objektifliğinizi nasıl korudunuz? Keza ben izlerken tarafsız kalmakta oldukça zorladığımı itiraf etmeliyim.

Objektifliği korumak açıkçası güçtü; zira adaylardan biriyle uzaktan akrabalık bağım vardı. Yönetmen ve yazar olarak, sahada ve kurgu masasında bu mesafeyi sistematik biçimde inşa etmek zorundaydım. Altı kişilik ekibimizi ikiye ayırdık; yirmi gün boyunca her iki adayı ve çevresini eş zamanlı olarak izledik. Erişim ve temas sürelerini kayıt altına alan bir zaman eşitleme........

© Film Hafızası