Şeriat Meselesi ve Serencamımız
Daha gençken, zihnimizde varoluşa dair hiçbir kavram, tasavvur ve tahayyül olmadığı dönemlerde bizden daha büyük ve bilgili kişilerin her dediğine inanma gibi bir çaresizliğin içindeydik. Yöresel anlamada iki koyak arasında kalan yerleşim yerlerinde gözümüzün görebildiği ufuk kadar zannederdik dünyayı…
Azıcık büyüyünce başka dünyaların da olduğunu öğrenmeye başlasak da, bu öğrenme deneyim, bilgi ve düşünmeyle tam desteklenmediği için düşünme ve kendimize ait kabulleri oluşturmak pek mümkün olamamaktaydı. Okullarda bu yetenekleri kazanamadığımız için hep birilerinin tembih ve telkinlerini hakikat bellemeye başladık. Bu epeyce sürdü. Lise öğrenimi ve üniversite öğrenimi boyunca devam etti.
Ne zaman ki ikinci bir üniversite okumaya ve yargılarımı kendim vermeye karar verdim, durum o zaman değişti.
Bilgi kaynaklarına kendi ulaşıp düşünme yetilerini özgürce kullanamayan bireyler müstakil düşünme, özgün/kendine ait değer ve yargı üretme imkânları yoktur.
Ülkemde politik/dinsel ve ideolojik örgütlenmeler kendi hegemonyalarını kurmak için (oluşturulan mit, mefkûre ve kutsallar üzerinden) adam devşirme yoluna koyulmuşlar ve her yere ağlarını döşemişlerdi. Çaresiz Anadolu çocuğu ne yapsın? Kendi varoluşunu oluşturmak ve kendini güvende tutabilmek için bu tür örgütlenmelerin ağına hemencecik yakalanmaktaydı.
Öyle bir algı ve manipülasyon yapılıyordu ki; özellikle mukaddesat/gelenek eksenli yapıların iddiaları, ötelerin ötesini hedeflediği için ekseriyet (var olan mahrum ve mağdur psikolojisiyle) dini oluşumlara yöneliyor, bu ortamlarda kendini daha anlamlı ve değerli görüyordu. Bu psikoloji içinde olan aynı sosyolojik katmanın farklı tezahürleri olan “milliyetçilik” ekseninde de gençler “lider-doktrin-teşkilat” üçgeninde daha çok duygularından yakalanıyor, gençlerin düşünme, anlama ve uzlaşı yetenekleri ta baştan örseleniyordu. Oysa insanı doğal halde bıraksalar kendi milletini, kültürünü, ülkesini ve devletini zaten sevecekti. büyüme çağlarında kendini değerli hissetmeyen gençlere mefkûreler üzerinden belli örgütsel roller verilerek değerli oldukları hissettiriliyordu.
Dindar oluşumların iddia ve ütopyası, tanrısal bir zemin üzerineydi. Yüce yaradan bizi boşa yaratmadı diyorduk. Bizim bu dünyada bir görevimiz vardı ve o görevin mahiyetini de yüce yaradan belirlemişti. Neydi o; …birçok itikadi esasların yanında, asıl olan onun........
© Fikir Coğrafyası
visit website