SİYASİ KİRLİLİK HAKİKATLARI ÖRTÜYOR
Bilindiği üzere Peygamberimiz (s.a.v) hizmetkârlığı şiar edinmiş idareciler hakkında “Adil bir sultanın bir günlük adaleti, altmış senelik devamlı kılınan ibadetten üstündür” hadis-i şerifiyle müjdeliyor.
Siyasi kirliliğe bulaşmamış bir iktidar, toplum menfaati neyi gerektiriyorsa onu bir ibadet bilinci içerisinde yerine getirmeyi vazife bilir. Böyle bir iktidar idare ettiği devletini ne komünizmde olduğu gibi zulüm vasıtası, ne kapitalizmde olduğu gibi sırf asayişi sağlayan güvenlik mekanizması, ne de faşizmde olduğu gibi herkesin itaat etmesi gereken put olarak görür. Kelimenin tam anlamıyla böyle bir iktidar erkinin devlet anlayışında, vatandaşla devletin barışık olduğu, bireyi devletin merkezi olarak addeden ve bireyin özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıran bir hadim devlet yapılanması vardır. Öyle ki bu anlayıştaki hadim devlet yapılanması sivil inisiyatif üstlenmiş iktidarın ana ruhunu oluşturur. Zaten muktedir iktidara giden yol halk için hizmetkârlığı şiar edinip hadim devlet anlayışını tesis etmekten geçmekte.
Tarihi süreç içerisinde iktidar anlayışına baktığımızda 18. asra kadar idarecilerin hemen hepsi devlette fani olmuş insanlardı. Sonrası malum, içi boş kuru gürültü kavramlarla milletin kefenini soymaya memur idareci tip insanlar türedi. Yine de aralarında az da olsa liyakatli bürokrat ve bilge şahsiyetlerde vardı elbet.
Cevdet Paşa, kendi devrinde devlet yapısını:
- Saltanat,
- Milletin ileri gelenleri,
- Halk (reaya) olmak üzere üç kategoride değerlendirir.
Paşa, bu üç unsurun ahenk içinde olduğu zaman cemiyet içerisinde huzurun sağlanabileceğini belirtir. İşte bu müthiş tespitten hareketle bizim açımızdan muktedir iktidarın nasıl olması gerektiğine dair ziyadesiyle ışık tutmaya yeter artar da. Öyle anlaşılıyor ki muktedir iktidar olabilmenin yolu gerek idare edenler, gerek akil insanlar, gerekse halkın uyum içerisinde aynı ortak hedefte bir olmasıyla, iri olmasıyla, diri olmasıyla gerçekleşebilmekte. Üçlü sacayağın bir anda yokluğunu düşünün ortada ne hadim devlet kalır ne de muktedir iktidar. Şöyle tarihe bir baktığımızda, Osmanlı Padişahları idare ettiği tebaasını Allah’ın emaneti manasına “Vediatullah” olarak telakki etmişlerdir. İşte kendilerini tebaasının hizmetkârı olarak telakki eden padişahlarımız dünya saltanatının geçici hevesine kapılmaksızın Cuma namazına camiye gidişlerinde ki selamlamada muvazzaf bir tabur askerin merasimi eşliğinde “Mağrur olma Padişahım senden büyük Allah vardır” temposunu tutturmakla kendilerini tebaasının hakimi değil hadimi olarak görmelerini hatırlatılması içindir.. Dahası insan beşer, kuldur şaşar misali, padişahta olsan kendilerine mağrur olmaksızın hadim olmalarının gerektiğinin hatırlatılması için düzenlenen bir merasimdir. Besbelli ki padişahlara layık görülen “Zillullah-ı fi'l-arzeyn” nişanı, (hâşâ) Allah’ın maddi gölgesi anlamında olmayıp, yeryüzünde Allah'ın adaletini tesis etmek anlamında hadimiyet nişanıdır bu. Zaten hadimiyet bilincinde lider olabilmek için halka hizmet yolunda Allah’ın rızasını kazanmak amacı gütmeli ki halkın gönlünde taht kurulabilsin. Hiç kuşkusuz Adil bir lider Hakk’ın rızasına mazhar olmanın yanı sıra halkın da gönlünde taht kurabilen demektir.
Âlim ve yönetici diyalogu
Aslında idari mekanizma bilge insanlar, sivil toplum örgütleri ve ehil kadroların varlığıyla anlam kazanır. Bilhassa bilge insanlar reyleriyle idarecilere ışık olup müsteşar vazifesi görürler de. Ancak şu da bir gerçek ilim adamları olaylara hep şüpheci gözle bakarlar. İşte onların olaylara kılı kırk yaran detaycı yönleriyle yaklaşması pratik karar almayı geciktirebiliyor. Nitekim bilge insanlar meselelerin en ince ayrıntılarına kadar indiklerinden meşguliyetleri artmaktadır. İşte bu nedenledir ki Cevdet Paşa; “Sünuf-u beşer içinde emr-i siyasetten en uzak insanlar âlimlerdir” tespitinde bulunmuştur. Hakeza yabancı bir fikir adamı Pareto da buna benzer bir tespitte bulunup; “İlim başka, siyaset başkadır” demiştir. Bu demek oluyor ki; idari mekanizmanın idaresi çok hassas karmaşık bir alan olması hasebiyle pratik olmayı gerektirir. Politik alan da keza öyledir. O halde siz siz olun siyasi olayları kıyaslama metoduyla genel fikirlere uygulamaya kalkışmayın. Aksi halde habire ayrıntılarda boğulur durursunuz. Bir kere akil bilge şahsiyetler, tahsil ettikleri ilmi beyinlerine hıfz ettikleri içindir isteseniz de onları pratikleştiremezsiniz. Öyle ya madem ilim başka siyaset başka, o halde yapılacak iş bellidir, bu noktada idarecilerin ulemanın hafızasında kodlu olan bilgi hazinesinden ne koparabilirse bir o kadar da ülke menfaatine en pratik kazanım elde etmiş olacaktır. Dolayısıyla idarecinin ulema (bilge insan) gibi engin bilgi hazinesine sahip olması gerekmez, sadece bu donanıma haiz ve alanında uzman bilge insanlardan istifade etmesi lazım gelir. Anlaşılan o ki teorik ayrıntılara dalmak ulemanın işi, pratik uygulamalara dalmak ise idarecinin işidir. Kaldı ki idarecilerin bilge insanların bilgisine ve reyine başvurup istifade etmesi gerekiyor ki; teorik bilgiler pratiğe geçebilsin. Nasıl ki teori ile pratiklik arasında bir ilişki varsa aynen öyle de bilge şahsiyetler ve yöneticiler arasında da buna benzer ilişki ağı vardır. Her ikisi de iç ve dış gibidirler. Deyim yerindeyse ulema derya-i umman iç hazine olurken yöneticilerde iç hazinenin pratiğe dökülüşü dış kalıbı olur. Zaten et tırnaktan ayrılmaz misali iç ve dış bir bütün halde olmalı ki âlem nizam bulabilsin.
Siyasi Kirlilik
Malumunuz siyasi kirlilik yüzünden hakikati göremez olduk. Hele hele günümüz dünyasında politikanın adı neredeyse siyasi kirlilikle birlikte anılır oldu. Sanki ikiz kardeş gibilerdir. Belki de insanlığın kurtuluşu bu kirlenmişlikten kurtulmakla olacaktır. Weber bu yüzden “Politikaya girmek şeytanla anlaşma imzalamaktır” diyor. Bediüzzaman Said-i Nursi de yaşadığı dönemde şahit olduğu birtakım kirli politika oyunlarından kendisine gına gelmiş olsa gerek ki siyaseti, iki ucu kirli bir sopa gibi görüp “Eûzü billahi-mine'ş - ve's siyaseti”, yani “Şeytandan ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” demekten kendini alamamıştır.
Gerçekten de bugünkü siyasi kirlenmişlik yüzünden nice haksızlar haklı, nice haklılar da haksız duruma düşebiliyor. Siyasetçiler âlimlerin eşiğini aşındırmaktan geri dururlarsa olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki. Böyleleri için varsa yoksa kendi kişisel egolarını tatmin etmek ön........
© Enpolitik
visit website