menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

SİVİL TOPLUM

12 0
22.04.2024

Sivil toplum, toplumun kamu işleriyle görevli olmamakla beraber insani problemleri çözmek için devletin gönüllü bir parçası olarak rol üstlenen örgütlü toplum demektir. Malum eskiden ‘örgüt’ yerine “teşkilat” demek vardı. Her neyse örgüt ya da teşkilat hiç fark etmez, sonuçta sivil toplum ve devlet olgusu da birbirlerinin yerine kullanılan kavramlardır. Öyle ya madem devlet varlığını birey ve topluma borçlu, o halde herhangi bir sivil toplumun mensubu olmak aynı zamanda devletin mensubu ve üyesi olmak demektir. Dahası sivil toplum üyeliği ile devlet üyeliği et tırnaktan ayrılmaz misali sıkı sıkıya bağlı ikili unsurlardır. Dolayısıyla Toplum kesimlerinin belli bir amaca yönelik değişik alanlarda bir araya gelip organize topluluklar halinde teşkilatlanması “sivil toplum” olarak anlam kazanır. Hem nasıl anlam kazanmasın ki, sivil toplumun adını anmak bile toplumu oluşturan tüm aidiyet unsurlarını tanımak demektir. Nitekim toplumu oluşturan farklı kültür ve farklı etnik unsurlar sivil toplum olarak anlam kazanırken, farklı alanlarda bir araya gelmiş dernek, vakıf, meslek odaları, cemaatler ve partilerin her biri de sivil toplum kuruluşları olarak anlam kazanır. İster adına sivil toplum, ister sivil toplum kuruluşu densin sonuçta her iki öğe de devletin bir parçası olarak toplumun yönetimi için vardır. Bu noktada önemli olan sivil toplum unsurlarının devletinde yükünü hafifletecek bir şekilde örgütlü toplum olabilme niteliğini kazanabilmesidir. Aksi halde devletin sadık örgütlü parçası olmak yerine, sürekli birilerinin güdümünde koyun misali güdülmeye mahkûm avare topluluk olunacaktır.

Bilindiği üzere Hitler, Mussolini, Lenin, Stalin gibiler sivil toplum karşıtı totaliter liderler olarak tarih sahnesinde at koşturmuşlardır. Bunların tam zıddı Nelson Mandela, Mahatma Gandhi ve Malcolm X gibi liderlerde sivil toplum dostu öncüleri olarak gönüllerde taht kurmuşlardır. Peki, beşer planın üstünde öncü liderler var mıdır derseniz, var elbet. Hiç kuşkusuz onlar da vahiyden beslenen başta Peygamberimiz (s.a.v) olmak üzere gelmiş geçmiş tüm peygamberler, hakeza Resul-i Ekrem (s.a.v)’in izini iz sürerekten ilhamından beslenen sahabeler, tabiinler, tebe-i tabinler, ulemalar ve başbuğ velilerdir. Ki; bu saydıklarımız kelimenin tam anlamıyla totaliter liderlerin zıddı kâmil liderlerdir. Nitekim bunlardan tüm âlemlere ve insanlığa rahmet olarak gönderilen en büyük sivil toplum öncüsü Resûlullah (s.a.v) sadece İslam’ı tebliğ etmekle kalmamış aynı zamanda kitlelerle birlikte nasıl hareket edilebileceğini ashabıyla doğrudan doğruya istişare edip tatbik eylemiş de. Allah Resulünün hemen her konuda ashabıyla istişarede bulunması O’nun çok büyük bir sivil toplum öncüsü olduğunun bariz bir göstergesidir. Bu arada her ne kadar Nelson Mandela, Mahatma Gandhi, Malcolm X gibi liderler vahiyden beslenmeseler de sonuçta onlar da yaşadıkları dönem itibariyle bulunduğu toplum içerisinde tüm haksızlıklara karşı göğüs gererekten “sivil inisiyatif” direniş göstermeleri sivil toplum öncüsü olarak addedilmelerine ziyadesiyle yetmiştir.

Şayet geçmişten günümüze onca sivil inisiyatif mücadeleler yaşandıktan sonra geldiğimiz noktada hâlâ birtakım mahfiller sivil toplum gerçeğini görmezden geliyorsalar pes doğrusu, bu durum onların düştükleri kuyudan çıkamadıklarının delili olmanın yanı sıra çağın sivil toplum gerçeğini okuyamadıklarının da bir göstergesidir. Maalesef dünün totaliter şeflerinin kendi çağında kendi toplumlarına karşı yaptıkları zulümleri bugün bir başkaları değişik maskeler altında yapmaktalar. Hani değim olarak “Al birini vur ötekine” deriz ya hep, aynen öyle de dünden bugüne tüm totaliter yapıların hiç birinin birbirinden farkı olmaksızın hepsi de sivil toplum düşmanıdırlar zaten. Onlar dünden bugüne çirkefliklerini sergileye dursunlar, asıl bu noktada bize düşen toplumla özdeşleşmiş sivil inisiyatif oluşumların yanında yer almaktır. Bundan daha da öte yaşadığımız çağda da tıpkı Allah Resulü (s.a.v)’in Veda Hutbesi’nde doğrudan ashabıyla iletişime geçtiği çağa benzer bir çağın heyecanıyla kitlelerle beraber hareket etmeyi vazife bilmeliyiz. Tepeden yönlendirmelerle bir arpa boyu yol alınamayacağı malum, artık köhne eskimişlik işe yaramıyor yeni söylemlerle kanatlanmak zamanıdır. Zaten halk daha çok sivil söylemlere ilgi duymakta. Nitekim üniversitelerde, toplum katmanlarında, hatta partilerin gündeminde “sivil toplum”, “sivil katılım”, “sivil inisiyatif” gibi kavramların tartışılır olması yeni söylemlerin revaçta olduğunu teyit ediyor. Her ne kadar eski sol tüfekler tek partili döneminin o köhnemiş “millî şef” söylemlerinin heyecanını çok özlemiş olsalar da, yeni kuşak eskiye pek itibar etmiyor, daha çok bilgi çağının söylemleriyle hareket ediyorlar. Böylece yeni nesil çağın sivil toplum gerçeğini dile getirmekle statükocu kesimin hevesini kursaklarında bırakmış oluyor. Ne diyelim, umarız sivil toplum gerçeğini eski kuşakta idrak etmiş olur.

Besbelli ki sivil toplum gerçeği belirli şartlar dâhilinde olgunlaşmasıyla ortaya çıkıyor. Nasıl mı? Mesela bir zamanlar tüm dünyayı kasıp kavuran ve ekonomik dengeleri alt üst eden bir kriz olay vardı ki insanlığı bunalımın eşiğine getirmişti. Malum, bu olay 40 milyon insanın işsiz kalmasına yol açan 1929 ekonomik kriz bunalımından başkası değildi elbet. Her ne kadar bu büyük bunalım kitleler üzerinde travma etkisi oluştursa da toplumları bunalımdan çıkış yolu arayışına motive ettiği de bir vaka. Derken bu ve buna benzer şartlar dâhilinde nükseden bunalımlardan kurtulmanın arayışı içerisinde bir bakıyorsun Amerika’da değişik bir tip “toplumculuğun” doğuşuna, İngiltere’de işçi örgütlenmesine, Fransa’da Leon Blum’un sol cephesi (Halk cephesi) oluşumuna, Almanya’da Nazi hareketinin doğuşuna sebep teşkil edebiliyor.

Gerçekten de dünyayı kasıp kavuran küresel boyutta 1929 yılı ekonomik krizde hafızalardan kolay kolay silinecek sırdan bir bunalım hadisesi değildi. Hem nasıl hafızalardan silinsin ki, bikere ciddi manada birbiri üstüne ekonomik çalkantıların yaşandığı bir yıl olarak tarihin hafızasına kayd olunmuştur. Neyse ki Keynes modeli o çalkantılı yıllarda toplum üzerinde büyük şok etkisi yapan ekonomik darboğazı bir nebze olsun dindirmeye yetmiştir. Ancak Keynes modeli de miadının doldurup zaman içerisinde işlerliğini yitirince bu kez bir başka bunalımlar baş göstermiştir. Yani, bu sefer ki krizin niteliği bir başka mecralarda sahne alır. Anlaşılan o ki bir bunalımlı krize son verilirken, bir başka şartlarda bambaşka bunalımlı krizle karşı karşıya kalınabiliyor. Keza bir bakıyorsun kendi bulunduğu şartlar muvacehesinde nükseden krizlere çare olabilen bir model, bir başka şartlarda nükseden krizlere çaresiz kalabiliyor. Zira toplumsal hareketler her daim değişkenlik üzerine kuruludur. Dolayısıyla her yaşanan değişkenliklerin bir sonraki........

© Enpolitik


Get it on Google Play