SİVİL TOPLUM İÇİN ÜRETİM SEFERBERLİĞİ
Her nedense bizim ülkemizde çalışmakla üretim faaliyeti ters orantılı bir mecrada seyretmekte. Bu durum nasıl oluyor derseniz, bunu malum aramızda az çalışıp çok zengin olanlardan, çok çalışıp az kazananlardan anlayabiliyoruz pekâlâ. Düşünsenize üreten insan alın terinin karşılığını alamazken, üretmeyen insansa üç dönüm bostan, yan gel yat Osman misali kayıt dışı yollardan bedavadan para kazanıp köşeyi dönebiliyor. Gerçekten böyle durumlarda vicdan sahibi her bir fert, bu ne yaman çelişkidir demekten kendini alamaz da. İşte ortaya çıkan bu yaman çelişki diyebileceğimiz tabloya baktığımızda, gerçekten de sosyal kesimler arasında ki uçurumu gayet net bir şekilde görebiliyoruz. Maalesef gelir dağılımında adaletsizliğin kol gezdiği böylesi ortamlar hep çelişkiler yumağına dönüşmüş bir şekilde sancılı geçmekte. Öyle ki çelişkiler yumağı bir şekilde diz boyu topluma sosyal adaletsizlik ve sermaye düşmanlığı olarak yansıyıp böylece üretimi de sekteye uğratabiliyor. Dolayısıyla bu noktada sağlıklı bir ekonomik sürecin işleyişi için hak, hukuk, sosyal adalet, moral ve motivasyon ortamının oluşturulması gerekir ki üretim mekanizmasının sekteye uğramasına meydan verilmemiş olsun.
Elbette ki yaşanılan bir takım sıkıntıların temelinde ülke yararına üretemeyen bürokratik hantal devlet yapılanması, iş bilmezlik siyasi kirlilik ve “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” bencilliğinin ortaya koyduğu hantal çarpık anlayış yatmaktadır. Bilhassa din, ahlak, hukuk ve estetiğin dışlandığı süreçlerde bu tip iş bilmezlik hantal oluşumların ortaya çıkmasına şaşmamak gerekir. Dahası hantal yapılanma ve oluşumlardan ülkenin geleceğine dayalı faydalı üretim faaliyetleri beklemek hayal olur zaten.
Bugün geldiğimiz noktada iş dünyasının ruhunu kâr etme duygusu kaplamış durumda. Şayet kâr etme duygusu helal daire içerisinde dürüstçe işliyorsa böyle dürüst anlayışa elbette ki herhangi bir itirazımız olamaz. Yok, eğer bu duygu seli haram daire içerisinde kayıt dışı ekonomik kâr etme hırsı şeklinde ya da bir sömürü faaliyeti olarak işliyorsa böyle yanlış anlayıştaki üretim faaliyetlerine elbette ki itiraz ederiz. Maalesef topluma pompalanan tüketim çılgınlığı şeklinde işleyen algı operasyonlarıyla dürüstlük dışlanırlarken, bunun tam aksine kayıt dışı haramzade tutumlar ise baş tacı ediliyor. İşte bu tür tüketim çılgınlığı çerçevesinde yalan ve dolanın biri bin ettiği ortamlarda rantiye odaklarına gün doğarken, fakir fukaraya da hayat zinan olmakta. Öyle ya, alın teri dökmeden kayıt dışı yollardan havadan para kazanmak varken, fakir fukara perişan durumdaymış kimin umurunda olur ki.
Bikere her şeyden önce fakirlik bu ülkenin kaderi olmamalıydı. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) bu hususta “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” diye beyan buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir. Madem öyle, Müslüman ülke olarak bizlerde ticari hacmimizi artırmaya yönelik çalışmalara hız vermemiz icap eder. Şayet ülkemizin kalkınması adına üretim seferberliğine koyulacaksak, hemen hiç vakit kaybetmeden tez el den kendi dar kabımızdan çıkıp ekonomiye fazla müdahil olmadan üretim faaliyetlerimizi küresel boyuta da taşımalı. Ekonomiye müdahil olmak yerine kendi yatağında akışına bırakmakta fayda vardır. Müdahil olunduğunda bir bakıyorsun ideolojik tercihler ekonomik faaliyetlerin önüne geçip ekonomiye olumsuz olarak yansıyabiliyor. Oysaki ekonomik faaliyetlerde ekonominin kırmızısına ya da yeşiline bakılmaz, bilakis işin ticaretine bakılır. Yürütülecek olan ekonomik faaliyetlerde bir an kendi ideolojik tercihlerimizi iç piyasada ve dış piyasada kontak kuracağımız ekonomik ilişkilere bulaştırıldığını düşünün, orta da ne sermaye kalır, ne de üretim faaliyeti. Kaldı ki üretim seferberliği demek bir anlamda toplumun tüm renklerini kapsayan bir üretim faaliyeti demektir. Dolayısıyla üretim ilişkilerinde kontak kuracağımız kuruluşlarla ideolojik tercihlerimizi bir kenara bırakıp farklı ekonomik kurmay kadrolarla birlikte hareket etmek en akılcı yol olacaktır. Zira farklı fikirlerden ortak akıl yolu bulunup böylece birlikten dirlik, dirlikten birlik doğar. Bakın atalarımız ‘Bir elin nesi var, iki elin sesi var’ derken bu gerçeğe işaret etmişlerdir. Madem öyle, iş adamlarımız üretim seferberliği çerçevesinde üreticiler bir araya gelerek şirketler oluşturmalı. Yeter ki toplum içindeki dinamikler göz ardı edilmesin, yeter ki toplum birbirine düşürülmesin, yeter ki hizmet yarışı çerçevesinde ekonomik faaliyetler yürütülmüş olsun, bak o zaman ülke ekonomisi nasıl ivme kazanıyormuş hep birlikte görmüş oluruz. Elbette ki üretici kuruluşlar ve firmalar arasında rekabet var olacak, bu kaçınılmazdır. Ama birbirinin kuyusunu kazacak rekabet asla kabul edilemez. Hem rakiplerini boğmaya yönelik faiz politikaları, kara borsa gibi daha nice kirli işleri devreye sokaraktan yapılan rekabet hangi vicdan kabul eder ki. Elbette ki tüm bu kirli unsurlar yarınlarımızı karartacak hususlardır.
Farklılıklarımızı kaşımadan ortak paydalarda buluşmak ülkemizin lehine bir netice doğuracağı malum. Hatta müşterek noktalarda bir araya gelmek karşılıklı sosyoekonomik birlik ve dirliğin gerçekleşmesine yol açacaktır. Hatta kendi içimizde birlik sağlanırsa dışa karşı da iri ve diri olacağımız muhakkak. Zira dışa bağımlılıktan kurtulmanın çıkış yolu iri ve diri olmaktan geçer. Düşünsenize iri ve diri olarak dış dünyaya kanatlanmış bir Türkiye’nin halini, hiç kuşkusuz çağlar üzerinden sıçrayacak güce ulaşmamız an meselesidir diyebiliriz pekâlâ. Keza böylesi çağlar üstü kanatlanmış Türkiye’nin hem İslam ülkeleri, hem orta Asya, hem Kafkasya, hem Balkanlar, hem de Batıyla ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda iş birliği atağına geçtiğini düşünün, artık bizi kim yolumuzdan alıkoyabilir ki. Alıkoymakta ne söz, Nizam-ı âleme kanatlanacağımız gibi öteden beri kanayan yara olan Orta Doğu kaynayan kazan olmaktan çıkıp yeniden insanlık yeniden Osmanlının adaletiyle buluşmuş olur. Madem millet olarak tarihten gelen bir Nizam-ı âlem sevdamız var, madem çağlar üzerinden sıçrama hedefimiz var, o halde maddi ve manevi kalkınma hamlemizi topyekûn kılmak gerekir. Hem kaldı ki, tekelci anlayışlarla kim ne bulmuş ki bizde bulalım. Dolayısıyla topyekûn kalkınma hamlesi gerçekleştiğinde sivil toplum unsurları bizim asla vazgeçemeyeceğimiz çok önemli sacayağımızdan biri olacaktır. Ancak bu söz konusu sacayağımızın topyekûn kalkınmada tatlı rekabet yarışı içerisinde üretim seferberliğine koyulması şarttır. Dikkat edin şart diyoruz, nedeni gayet açık; hizmet yarışında kim daha dışarıda Türkiye’nin yüzünü güldürür duygusu gelişsin diyedir elbet. Anlaşılan kendi kendimize gelin güvey olaraktan üretimde tekelleşmeyle mesafe kat edilemiyor, bilakis kim daha kaliteli mal üretir, kim daha ülkesine faydalı olur düşüncesi üretimde yol kat ettiriyor. Zaten ekonomide üretim odaklı düşünülemezse serbest piyasa ekonomisi hiç bir anlam ifade etmez. Bakınız Resulullah (s.a.v)'in pazara getirilen mallar üzerinde narh uygulamasını kaldırmış bile. Belli ki burada temel espri fiyatların serbest piyasa kuralları çerçevesinde işlemesini sağlamak içindir. Kaldı ki, arz talep dengesi böyle olmasını gerektirir zaten.
Bir zamanlar bu ülke de serbest piyasa ekonomisini kabul ettirmek hiçte kolay olmadı. Tâ ki, milletin teveccühü ile Turgut Özal iktidara geldi, işte o gün bugündür serbest piyasa ekonomisinden söz eder olduk. Öyle ki askerlerin gölgesinde 12 Eylül sonrası genel seçimlere girildiğinde siyah beyaz televizyonlarda Necdet Calp ve Turgut Özal’ın köprüyü satarım, satamazsın tartışmalarının alev almasıyla ancak bu gerçeği kabullenebildik. Belki de böyle bir tartışma olmasaydı serbest piyasa ekonomisine geçişimiz söz konusu olmayacaktı. Malumunuz Özal öncesi Türkiye anlayışında........
© Enpolitik
visit website