RÜZGÂR EKEN FIRTINA BİÇER
Ülkemiz genellikle her on yılda bir darbe ve darbe girişimlerine maruz kalabiliyor. Nasıl ki Osmanlının son dönemlerinde darbe heveslileri için “Hürriyet elden gidiyor” sloganı darbe yapmaya elverişli bir kılıf olarak kullanılmışsa, aynen öyle de 28 Şubatta olduğu gibi “Laiklik elden gidiyor’’ sloganı da postmodern darbe için elverişli bir kılıf olarak kullanılmıştır. Her ne kadar darbe öncesi servis edilen sloganlar dönem dönem birbirinden farklılık arz etse de sonuçta her bir sloganın kılıf olarak kullanılması darbe heveslilerinin ortak özelliğidir zaten. Peki, darbe heveslileri kullandıkları sloganlarla 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz gibi darbe girişimlerinde bulunmakla nesiller boyu yâd edilecekler mi, tam aksine bu dünyadan çekip gittiklerinde darbeci etiketiyle lanetleneceklerdir.
Malum tarihi süreç içerisinde dönem dönem sancısını yaşadığımız Yeniçeri türü kazan kaldırma girişimleri maalesef Cumhuriyetimizin birinci yüzyılında da hız kesmeden yoluna devam edebilmiştir. Böylece dönem dönem depreşen bu içi boş sloganlarla ülkemizin geleceği kesintiye uğratılmıştır. Karanlık güçler kirli emellerinden vazgeçmemekte ısrar ede dursunlar, şu bir gerçek her kim ki 'Rüzgâr eker, er geç fırtına biçeceği' muhakkak. Şöyle geriye dönüp tarihin sayfalarına bir göz attığımızda Yeniçeri Ocağı kuruluşunda Devlet-i Aliyye’nin hizmetinde nefer ocağı olarak adından söz ettirdiği görülecektir. Ta ki, kuruluş mayasından uzaklaşır hale gelir, bu kez tam aksine Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’ye karşı kazan kaldıran ocak olarak karşımıza çıkar. Tabii bu durumda Yeniçeriliğin kışkırtıcı rol üstlenmesine göz yumulamazdı, ister istemez bu Ocağın 1876 tarih itibariyle kaldırılması şart hale gelip kaldırılır da. Böylece Yeniçeri Ocağı ektiğini biçmiş olur. Fakat Yeniçeri hadisesinde gözden kaçan bir husus vardı ki, o da tarihin ileri ki evrelerinde pek çok başkaldırma ve isyan hareketlerine kötü örnek teşkil ediyor olması hususudur. Belki de Yeniçeri Ocağının ileriye dönük için kötü örnek olarak alınmaması için topyekûn imha edilmesi yerine ıslahı cihetine gidilseydi bugüne dek her türden isyan ve başkaldırış hareketlerinin nüksetmesine meydan verilmemiş olacaktı.
Malumunuz günümüz Neocon paralel ihanet çetesi başlangıçta tıpkı Yeniçeriliğin kuruluş mayasında olduğu gibi temiz pak bir yapı görünümünde idiler. Ancak sonradan ortaya çıkan bu göz boyayıcı görünümün altında 40 yıl boyunca hoşgörü ve diyalogdan yanaymışçasına bukalemun taktiklerle devletin kılcal damarlarına sızan bir ihanet örgütü olarak karşımıza çıkıvermişlerdir. Öyle ki hoşgörü seanslarından beddua seanslarına uzanan bir süreç içerisinde 15 Temmuz’a gelindiğinde necip milletimizi havadan ve karadan bombalayan hain örgüt olarak kendini ele vermiştir. İşte bu nedenledir ki günümüzün bu kazan kaldıran FETÖ Yeniçerilerinin mutlaka kökünün kazınması gerekir. Baksanıza adamlarda adanmışlık o kadar ileri seviyelere taşınmış durumda ki hiçbir FETÖ mensubunun şimdiye kadar bu örgüt içerisinde yer almasında en ufak pişmanlık duymuş değiller, bu yüzden tez elden köklerinin kazınması gerekir. Aksi halde ülkemiz bu ‘Sızıntı İhanet Çetesi’yle daha çok zaman kaybına uğrayacaktır.
Evet, gerçekten de tarihte kazan kaldırmasıyla adından söz ettiren Yeniçerilik harekâtı ileriki dönemler içinde kötü örnek teşkil etmiştir. Yeniçeriliğin ardından bıraktığı kazan kaldırma fitne tohumu ileri ki evrelerde I. Meşrutiyet, 31 Mart Vakası, Halâskâran-ı Zabitan (kurtarıcı subaylar) isyanı, Mahmut Şevket Paşa suikastı gibi bir dizi kazan kaldırma hareketlerin oluşumunu tetikleyip Osmanlı Devletinin sonunu getirmeye yetmiştir. Üstelik bu süreç içerisinde nükseden kazan kaldırma girişimleri ‘Şeriat-hürriyet-adalet’ gibi değer ifade eden kavramlar üzerinden yürütülmüştür hep. Oysa tanımı yapılmamış bu mezkûr kavramlar devleti topluma, toplumu devlete kaynaştırıp bir arada tutan kavramlardı. Ama gün gelir illegal ve legal görünümlü ihanet örgütlerin kılıf olarak kullanacakları kavramlar olarak karşımıza çıkar. Peki, bu kavramları kirli emellerine kılıf yaptılar da ne oldu, en nihayetinde 'Rüzgâr eken fırtına biçer' atasözü akıbetlerinin göstergesi olur. Yani ülke dışına kaçmakla akıbetleri zahir olur. Örnek mi? İşte bunlar arasından rüzgâr ekip fırtına biçen cinsten diyebileceğimiz Jön Türk harekâtının akıbeti bunun tipik bir örneğini teşkil eder. Malumunuz Jön Türkler Osmanlıyı çöküş noktasına getirmelerinin bedeli olarak halk tarafından linç edilme endişesine kapılıp soluğu yurt dışında almışlardır. Derken asker millet hasletimiz kullanılarak yapılan pek çok darbe girişimleri çöküşümüzü beraberinde getirmiştir. Ancak şu da var ki; Fuat Keçecizade Paşa'nın “Yıllardır siz dışarıdan, biz de içeriden yıkmaya çalıştığımız halde bir türlü yıkamadık” dediği Osmanlı’nın son üç yüz yıl kalan zaman diliminde bile öyle kolay yutulur lokma olmadığı görülmüştür. Düşünsenize Osmanlı çöküş sürecinde ve hasta yatağında yedi düvel karşısında ancak üç yüz sene direnç gösterebilmiştir. Hakeza 1595–1826 zaman dilimi içerisinde geçirmiş olduğu tüm Yeniçeri usulü kazan kaldırma hareketleri de yine takatinin tükendiği noktada vuku bulmuştur. Hele bünyeye bir mikrop girmeye bir görsün, bir bakmışsın tüm vücudu sardığında sayıları 10'u bulan darbe türü kazan kaldırma hareketlerinin istilasına maruz kalınabiliyor. Her şeye rağmen şöyle düşündüğümüzde Osmanlının son üç yüzyıl ayakta kalabilmesi küçümsenecek az buz bir zaman dilimi değil elbet.
Peki, Osmanlı ömrünün son baharında tarih sahnesinden çektirildi de ne oldu, maalesef Yeniçerice kazan kaldırma alışkanlığı bu kez çiçeği burnunda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletine de sirayet edecektir. Bilindiği üzere Hacı Bayramda dualar eşliğinde Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Genç Türkiye Cumhuriyeti Devletini milletçe büyük bir heyecan coşkusuyla karşılamıştık. Ancak, sonra ki bir takım nahoş gelişmeler bu büyük heyecanımızı silip süpürecektir. Çünkü bir baktık ki, tarihte tıpkı Yeniçeri usulü 'şeriat' adına gerçekleştirilen kazan kaldırma hareketlerinin bir değişik versiyonu olarak bu kez Cumhuriyet döneminde bir başka kılığa bürünerekten karşımıza çıkıverecektir. Malum olduğu üzere ‘Milli Şef’ döneminde halkla devlet arasında ilişki jandarma dipçiği gölgesinde geçti dersek yeridir. Öyle ki bu ilişki çerçevesinde yürütülen tek parti diktatörlüğü milleti canından bezdirir hale getirmiştir. Neyse ki dünyada demokratikleşme eğilimlerinin ivme kazanmasıyla birlikte bir şekilde çok partili döneme geçiş yapabilmişiz. Böylece Adnan Menderes’in meydan mitinglerinde seslendirdiği “Yeter artık söz milletindir” çağrısı çok partili hayata geçişimizin muştusu olur. Nitekim takvimler 1946 yılını gösterdiğinde feraset sahibi necip milletimiz tercihini Demokrat Partiden yana kullanmakla demokratikleşme yolunda yeni bir sayfa açmanın fitilini ateşler. Amma velâkin gel gör ki karanlık güç odakları, halkın büyük bir teveccühle bağrına bastığı Menderes’e rahat nefes aldırmayacaklardır. Zira İsmet İnönü halkın kendisine vermiş olduğu mesajdan ders alıp köşesine çekilmek yerine askeri tahrik etmeye yönelik rol üstlenip DP iktidarını devirmenin derdine düşmüştür habire. Adı üzerinde Milli Şef, böylesi kafa yapısına sahip bir liderden demokratik tavır beklemek hayal olurdu zaten. Tek parti dönemi boyunca hürriyetten tek bir kelam etmeyen malum karanlık güç odakları çok partili dönemde bir bakıyorsun “Hürriyet isteriz” sloganıyla ortalığı velveleye verip hürriyet havarisi kesilmişlerdir. Hem bu nasıl hürriyetten söz etmekse o süreçte yine bir bakıyorsun fütursuzca Başbakanın yakasına yapışılabiliyor. Öyle ki Menderes’in yakasına yapışıldığında 'Bundan daha iyi hürriyet mi olur' diye verdiği cevap son derece manidardır. Böylece bu yaşanan hadiseyle birlikte meselenin arka planında asıl niyet açığa çıkar da. Hele totaliter ülkelerde........
© Enpolitik
visit website