“GÜL”ÜN ŞEMÂİLİ
Kâinâtın Solmayan Gülü; nesep yönünden Âdemoğlunun en asil soyuna mensup olduğu gibi; ahlâk ve karakter bakımından “İnsanların En Üstünü”, beden yapısı ve sîma îtibâriyle de “Yaratılmışların En Güzeli”dir. Efendimiz’in bâtinî mükemmelliği dış görünüşüne muhteşem bir letâfet olarak aksetmiş; O “Gül” sîret bakımından en güzel olduğu gibi, sûret îtibâriyle de çok özel bir biçimde halk edilmiştir.
Her hâliyle, tavır ve davranışlarındaki kemâliyle en mükemmel beşerî vasıfları temsil eden Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); fizîkî ve fizyonomik özellikleri îtibâriyle de emsâlsizdir… Yâni cümle güzellikler O’nda cem olmuş; nesep, edep, ahlâk, asâlet, hikmet, sîret, sûret, zarâfet, nezâket, her türlü hâl, hareket ve kabiliyet O’nda en kâmil mânâsını bulmuştur.
Yüce Rabbimiz tarafından her türlü güzellik, O’nun nûrundan bir tezâhür ve bir tebessüm olarak yaratılmıştır. Ve bu hâli millî şâirimiz;
“Dünya neye sâhipse, O’nun vergisidir hep;
Medyûn O’na cemiyyeti, medyûn O’na ferdi.
Medyûndur O mâsûma bütün bir beşerîyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.”1
dizeleriyle dile getirmiştir. Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); insanlık tarihinin en muallâ, en mükerrem, en mübârek ve en muhterem şeref levhasıdır. Çünkü O “Gül”, insanlığın cemâl, peygamberliğin kemâl noktasıdır. Çünkü O “Gül”; emsâli yaratılmamış İlâhî bir sanat hârikasıdır. Çünkü O; herkesi kendisine hayran bırakan muhteşem bir sîret ve sûret manzûmesi olup, bütün üstünlüklerin bir kişide toplandığı yegâne örnektir.
Gerçekten de Allah Resûlü(s.a.v.)’nün mübârek sîmaları; yüzlerin en güzeli, en temizi, en güven telkin edeni ve en nûrânîsiydi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medîne’ye Hicret ettiği zaman, O’nu görmek için yanına gelen Yahûdi âlimi Abdullah b. Selâm (r.a.), Efendimiz’in o mübârek cemâline bakıp, O’nun sîmasındaki idrâk ötesi güzelliği, mânâ derinliğini ve İlâhî nûru görünce; “Bu sîmanın sâhibi aslâ yalan söylemez.”2 diyerek Müslüman olmuştu. Ebû Resme (r.a.) de; “O’ndaki güzellik, heybet ve nûrânîyet ve letâfet o derece idi ki, Allah(c.c.)’ın Peygamberi olduğuna dâir, ayrıca bir mûcize, delil ve bürhâna ihtiyaç yoktu.”3 demişti.
O’nun nur cemâlini tasvir ve tavsîf eden “Gül” sevdâlısı bir şâirimiz de;
“Şeb-i Mî’râc’da sîmasını seyretti diye,
Kapanır yerlere gök, secde-i şükrân olarak.
[Gökyüzü; Mi’rac Gecesi Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in cemâlini seyrettiği için;
Cenâb-ı Hakk’a teşekkür etmek ve Resûlullah’ın şânını yüceltmek için O’nun ayak bastığı yere şükran secdesine kapanır.]
Can atar her gece Ruhû’l-Kudüs ihrâma girip,
Harem-i muhterem-i kûyuna mihmân olarak”4
[Cebrâil Aleyhisselâm, her gece heyecanla ihrâma girmeye can atar;
Çünkü O, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in yüce huzûruna misâfir olacaktır.]
dizelerini dile getirmişti.
Fakat erbâb-ı kalemin bütün gayretlerine rağmen O’nun sîret ve sûret mükemmelliğini anlatmaya beşerî kelâm kifâyetsiz kalmakta; çünkü O’nun güzelliği kelimelerin bittiği yerde başlamaktadır. Bu konuyu dile getiren İmam Kurtubî de; “Resûlullah(s.a.v.)’ın hüsn-i cemâli tamâmen zâhir olmamıştır… Eğer O’nun bütün güzellikleri olanca hakîkatiyle gösterilmiş olsaydı, Ashâbı O’na bakmaya tâkat getiremezdi.”5 demektedir. Bu mevzûda Câbir b. Semürâ (r.a.) ise; “Mehtaplı bir gecede havada hiç bulut yokken, Ay da bütün güzelliğiyle gökyüzünde parıldıyorken Peygamber Aleyhisselâm’ı gördüm. Üzerlerinde kırmızı alacadan bir hulle vardı. Resûlullah(s.av)’ın nurlu yüzü ile Ay’dan hangisinin güzelliği daha fazla diye; bir kere Allah Resûlü(s.a.v.) in nur cemâline, bir kere de Ay’a baktım. Allah’a yemin ederim ki, bana göre Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in o mübârek yüzleri Ay’dan çok daha güzeldi.”6 ifâdesini kullanmıştır.
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in çok yakınında bulunan sahâbîler de O’nun; beden yapısını, dış görünüşünü, karakter özelliklerini, çevresindeki insanlarla olan münâsebetlerini, tavır ve davranış biçimlerini, günlük hayatındaki hâlini; giyinişi, oturup kalkması, yiyip-içmesi, konuşması, yürümesi gibi pek çok husûsiyetini teferruatlı bir şekilde târif etmiş; O’nun fizîkî güzelliği, ahlâkî yüceliği ve şahsî özellikleri hakkında çok derinlemesine bilgiler vermiş, çok ince ayrıntılar aktarmışlardır.
Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’daki âyetler, Ashâbın aktardığı bilgiler ve hadis râvîlerinin beyânları ışığında Allah Resûlü(s.a.v.)’nün bütün hayatı, hâl ve hareketleri en ince tafsîlatına kadar öğrenilmiştir. Şurası açık bir gerçektir ki, bütün peygamberler, dünyaca meşhur insanlar ve tarihî şahsiyetler arasında; hayatı en ince teferruatına kadar bilinen, davranış biçimleri bütün ayrıntılarıyla nesilden nesile nakledilen, fizîkî özellikleri en ufak husûsiyetlerine varıncaya kadar târif edilen bir tek kişi ve tek bir peygamber vardır, o da Varlık Sebebimiz, Sevgili Peygamberimiz Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz’dir. Zâten ondört asırdan beri İslâm âlimleri değişik ilim dallarında ve çeşitli edebî türlerde Efendimiz’i bütün yönleriyle ele alan sayısız kitaplar yazmışlardır. Bizim medeniyet ve kültür dünyamızın temel kitapları olan; “Tefsir”, “Hadis”, “İslâm Tarihi”, “Siyer”, “Megâzî”, “Şemâil”, “Hilye”, “Delâil”, “Hasâis”, “Fezâil” gibi isimlerle adlandırılan eserlerde; Allah Resûlü(s.a.v.)’nün hayatı, peygamberlik yönü, ahlâkı, mûcizâtı, savaşları, insânî husûsiyetleri ve kişisel özellikleri hakkında her türlü bilgi çok detaylı olarak verilmiştir. Bu kitaplar arasında Efendimiz’in beşerî vasıflarını, ahlâkî özelliklerini, fizîkî güzelliklerini, hâl, hareket ve davranış biçimini dile getiren eserlere genel olarak “Şemâil” ya da “Şemâil-i Şerîf” denilmiştir. Allah Resûlü(s.a.v.)’nün yalnız fizîkî görünüşünü anlatan edebî eserlere ilâveten; hat sanatının en güzel örnekleriyle yazılan Efendimiz’in dış görünüşünü tasvir eden hat-tezhip levhalarına da “Hilye” veyâ “Hilye-i Şerîfe” denilmektedir.
Hz. Âişe (r.anha), Hz. Ali (r.a.), Enes b. Mâlik (r.a.), Ebû Hureyre (r.a.), Berâ b. Âzib (r.a.), Câbir b. Semûrâ (r.a.), İbn-i Abbas (r.a.), İbn-i Ömer (r.a.), Hz. Hasan (r.a.) ve Hind b. Ebî Hâle (r.a.) gibi bir çok sahâbînin nakilleri ışığında Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)’in şemâili ve hilyesi pek çok İslâm ulemâsı ve üdebâsı tarafından manzûm ve mensûr tarzda, ya da levha şeklinde tertip edilerek kaleme alınmıştır.
Bu fakir de; Kütüb-i Sitte’den, Şemâil-i Şerifelerden yararlanarak, Ahmet Cevdet Paşa’nın “Kısâs-ı Enbiyâ” adlı eserinin “Hazreti Muhammed(s.a.v.)’in Vasıfları ve Şekl-i Şemâili”7 bölümünden faydalanarak, kudemânın ve yaşayan pek çok ulemânın eserlerinden feyz alarak “Gül”ün şemâilini genel hatlarıyla aktarmayı arzu etmektedir.
Şemâil-i Gül’ü yazıya dökerken evvel emirde şunu belirtmem gerekir ki, ifâde edeceğimiz bu bilgiler sırasında vâkî olacak hatâ, yanlışlık ve sürç-i lisândan dolayı önce Cenâb-ı........
© Enpolitik
visit website