'Anne yemeği' nostaljisi, metropolde form değiştirerek varlığını sürdürecek mi?
Türkiye’yi anlamak için mutfağa bakmak gerek. Çünkü sofralar yalnızca yemek yenilen yerler değil, toplumun ruhunu, ekonomik gerçeklerini, kültürel hafızasını ve değişim sancılarını en çıplak haliyle gösteren aynaları.
FutureBright Group ve T24 iş birliğiyle gerçekleştirilen “Türkiye’nin Tadı ve Sofranın Anlamı” araştırmasının bir bölümünü FutureBright Group Kurucusu, Veri ve Veri Teknolojileri Uzmanı Akan Abdula’nın anlatımıyla Gastronometro’da Nilhan Aras’ın geleneksel sabah kahvaltılarından birinde dinledim. Türk toplumunun yemek kültürü ve sofra alışkanlıkları üzerinden sosyolojik, kültürel ve ekonomik bir değerlendirmeydi ve Haziran sonunda açıklandığında beni üzerinde uzun uzun düşündürmüştü. Araştırma, Türkiye’nin damak tadını, sofra alışkanlıklarını ve bu alışkanlıkların toplumun dönüşümünü nasıl yansıttığını ortaya koyarak ülkenin mevcut durumuna dair üzerinde çalışılması gereken çarpıcı bir portre çiziyordu.
Kendi alanında bir ilk olan ve ürettiği verilerle çarpıcı bir Türkiye okuması ortaya koyan araştırmada; Kantitatif Araştırma, ZMET Bilinç Dışı Araştırması ve Kalitatif Araştırma metodları kullanılmıştı. 1000 kişiyle online anket yapılmış, 16 online ZMET görüşmesi düzenlenmiş ve toplam 50 katılımcı ile 7 gün boyunca çevrimiçi topluluk platformu üzerinden kalitatif araştırma yürütülmüştü.
Damak Tadı ve Sosyolojik Acı
Araştırma, Türkiye’nin damak tadını “acı” (6) olarak tanımlarken, bu tercih sadece yemekle sınırlı olmayan bir metafor olarak öne çıkıyordu. Acı tat, ekonomik baskılar, hızlı şehirleşme, politik gerilimler ve bireyselleşmenin getirdiği stresle şekillenen bir toplumsal ruh halini yansıtıyordu. Katılımcıların 1’inin tatlıyı, ’sının tuzluyu ve %9’unun ekşiyi seçmesi, Türkiye’nin çeşitlilik içeren ama ağırlıklı olarak yoğun ve ağır bir duygusal iklime sahip olduğunu gösteriyordu. Bu, toplumun hem dayanıklılığını hem de yaşadığı baskılar karşısında öz şefkat arayışını ifade ediyordu.
Sofralar: Güven ve Öz Şefkat Merkezi
Sofralar, Türkiye’de sadece yemek yenilen bir alan değil, aynı zamanda güven, aidiyet ve öz şefkat arayışının merkeziydi. Akan Abdula’nın belirttiği gibi, “Sofrada aynı şeyleri yemek, aynı şeyleri konuşmak güven ve öz şefkat veriyor”du. Ancak, bu güven alanı, mega şehirleşmenin ve bireyselleşmenin etkisiyle dönüşüyor. Geleneksel geniş aile sofraları yerini mikro topluluklara bırakıyor; geniş ailelerin oranı ,8’e düşerken, 2,8 milyon bekar anne hem anne hem baba rollerini üstlenerek çocuklarının sağlıklı beslenmesi için daha kaygılı bir tutum sergiliyordu. Abdula, markaların sosyal projelerle bu annelerin ihtiyaçlarına odaklanması gerektiğini, zira ekonomik kısıtlamalar ve bireyselleşmenin sofraları küçülttüğünü ve büyük paketli ürünlerin yerini mikro porsiyonlara bıraktığını vurguluyordu.
Her 10 aileden sadece 3’ünün sofrayı kolektif bir şekilde kurup toplaması, bireyselleşmenin ve aile yapılarının küçülmesinin bir göstergesiydi. Bekar annelerin oranının yüzde 10’u aşması ve her iki evlilikten birinin boşanmayla sonuçlanması (yıllık 550 bin evliliğe karşı resmi 188 bin, gayri resmi 220 bin boşanma), Türkiye’nin geleneksel aile yapısından uzaklaştığını ve birey odaklı bir topluma evrildiğini ortaya koyuyor, buna rağmen, sofralar hâlâ güven ve şefkatin sembolü olarak umut vadediyordu.
Mutfak ve Malzemeler: Gelenekselden Yenilikçiye
Türk........
© Ekonomim
