Horasan harcı katarsise karşı…
Bu yazıda da Anayasa Mahkemesi’nin aldığı Can Atalay kararının ardına eklemlenen yeni Anayasa ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin (CHS) özüne ilişkin niteliği açık olan “50 1” tartışmasını sürdürmeye devam edeceğim. Ancak, yazının odağında sistemin bugüne kadar taşıyan; kanaatimce konjonktürel, arızi, hususi ve zamana münhasır karakterdeki sebepler olmayacak. Onlar kısmetse bir sonraki yazının konusu. Bu yazıyı tartışma nasıl yürüyor ve üzerine çok mesaj ve soru gelen, ben nerede duruyorum meselelerine odaklayacağım. Yanlış anlaşılmak istemem. Benim nerede durduğumun elbette kerameti kendinden menkul bir önemi yok. Ancak, köşe yazarları, televizyon yorumcuları, kamu entelektüelleri gibi, fikirlerini beyan etme konusunda fazladan imkân sahibi olanların kaçınılmaz biçimde yüklendiği bir kamu sorumluluğu var. Bu bağlamda kendi pozisyonumu sarih biçimde açıklamayı isterim. Sadece merak gidermek açısından değil, aynı zamanda tarihe bir dipnot düşmek bakımından da sanıyorum bu gerekli.
İlk olarak şu soruyu yanıtlayayım: Ortada bir Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçim vs. yokken bu tartışmaya, kimilerine göre münafıklığa, ne gerek var? Var efendim. Dahası tam zamanıdır. Zira, sistem tartışması siyasi kampanyanın bir unsuru değilken, hem niteliği hem de sonuçları bakımından sistemi tartışmak daha kolaydır. İkincisi, Anayasa Mahkemesi kararlarının, sistemin “demokratik meşruiyet temeli” olduğu MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından ifade edilen, “50 1” kuralının tartışıldığı bir ortamda yeni Anayasa konuşuluyorsa mevcut sistemi değerlendirmek sadece gerekli değil zaruridir. Üstelik, nerdeyse yedi yıllık bir tecrübe ve bu deneyimin ürettiği sonuçlar varken bu iş için ortada yeterince veri de bulunmaktadır. “Bu tartışma illaki siyasi sonuçlar üretir, o nedenle de siyasidir” derseniz haklısınız. Ancak bunda bir yanlış yok. Öte yandan bu konularda benim iddia ettiğim türden nesnelliği sağlayacak bir siyasi ortamın olmadığını da iddia edebilirsiniz. Bunda da haklı olabilirsiniz. Ama burada da temel muhatap yerel seçim varmış gibi konuşup, genel seçim varmış gibi kampanya yapan, ülkeyi bir türlü seçim ortamından çıkarmayan, siyaset kurumu olmalı. Eğer “neden böyle” diyorsanız size şu cevabı önerebilirim: Bu durumun siyaset kurumuna, özellikle iktidara, sağladığı bir konfor alanı var. Böylelikle politika üretmek, yönetmek ve bunların sonuçlarından sorumlu olmaktansa; siyaseti seçim kazanma yarışına, “biz kazandık”, “onlar kazandı”, “safları sıklaştıralım” yaygaralarıyla karakterize bir tavşana kaç tazıya tut döngüsüne indirgeyebiliyor.
Bu bağlamda her ne kadar iktidar bloğu Türkiye’nin 2017 Anayasa referandumuyla birlikte geri dönüşsüz biçimde CHS’ye geçmiş olduğunu savunuyor olsa da kanaatimin pek öyle........
© Ekonomim
visit website