Aileyi merkeze almak yetmez: Bilimsel bir yol haritası şart
Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı önümüzdeki on yılı “Aile ve Nüfus On Yılı” ilan etti ve Türkiye’nin hızla düşen doğurganlık oranlarına dikkat çekerek, aileyi merkeze alan politikaların hayata geçirileceğini açıkladı.
Bu açıklama, ülkenin demografik yapısına dair önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Evet, Türkiye’de doğurganlık oranları tarihinin en düşük seviyesinde: Doğurganlık oranı 1.51’e gerilemiş durumda. Yani nüfusun kendini yenileyebilmesi için gerekli olan 2.1 sınırının oldukça altındayız.
Ama burada durup bir nefes almak lazım. Çünkü mesele sadece bir “nüfus sayısı” meselesi değil. Bu işin arka planında çok daha derin, çok daha karmaşık bir tablo var. Eğer meseleyi sadece “daha çok çocuk yapalım” diye dar bir perspektife sıkıştırırsak, yanlış reçetelerle sorunu çözmeye çalışırız. O yüzden bu yazıda şunu açıkça ortaya koyalım: Türkiye’nin asıl meselesi, çocuk sayısından çok, çocukların yaşam kalitesi ve kadınların hayata katılım koşullarıdır.
Verileri önümüze koyduğumuzda tablo net: Özellikle şehirli, eğitimli ve işgücüne katılan kadınlar için çocuk sahibi olmak büyük bir yük. Çünkü Türkiye’de kadınlar için “çift yük” dediğimiz önemli bir problem var: Hem çalış, hem ev işleriyle ilgilen… Bu argümanı verilerle de destekleyebiliriz. TÜİK’in 2015 yılı Zaman Kullanımı Araştırması’na göre, Türkiye’de kadınlar ev içi işlere erkeklerden yaklaşık 5 kat daha fazla zaman ayırmakta.
Kadınlar, ev işleri ve aile bakımına günde ortalama 3 saat 31 dakika harcarken, erkekler ise bu işlere sadece 46 dakika ayırıyor. TÜİK’in 2021 yılı Türkiye Aile Yapısı Araştırması’na göre de rutin ev işlerinin çok büyük çoğunluğu (ortalama ) kadınlar tarafından üstleniliyor. Kısacası, kadının hayatı bir maratondan farksız. Sabah iş, akşam ev, hafta sonu sorumluluklar. Bu yükün altında ezilen kadınlar, doğal olarak çocuk yapmayı erteliyor veya hiç düşünmüyor.
Çünkü çocuk demek, kariyerden vazgeçmek, ekonomik özgürlükten ödün vermek, sosyal........
© Dünya
