Sağ partiler ve Kemalizm
Sağ partilerin Kemalizm’le ilişkileri, geçmişten bu yana bu partilerin Kemalist “görünme” çabasına ve Kemalistlerin onları kerhen kabulü ya da nefretle reddi üzerine kuruludur.
Sağ partiler, dünden bugüne iktidarlarını tehlikede gördükçe daha çok Kemalist görünmüşler ve Kemalizm’le yakınlaştıkça Kemalistler, onlara karşı bilenmişlerdir.
Siyaset tarihi ve sosyolojisi açısından bu paradoksal ilişkinin arka planının anlaşılması, bugünün anlaşılmasına yardımcı olur. Bu bağlamda analizimizde Cumhuriyet tarihi boyunca Sağ partilerin Kemalizm’le ilişkisini değerlendireceğiz.
KEMALİZM VE YENİ DEVLET
Kurtuluş Savaşı’nda Osmanlının son devir akımları İslamcılık, Batıcılık ve farklı milliyetçilik versiyonları Millî Mücadeleyi birlikte yürütüyorlardı.
Dışarıya karşı temsil konusunda Osmanlı günlerinin bir temayülü vardı: Batı ile görüşecek temsil heyetleri, Batı’ya en yakın kesimden seçilirdi. Bu temsil heyetleri, önce mühtedi ve azınlıklardan oluşturulurdu. Osmanlıda Batıcı bir yerli elit oluştuğunda ise artık Hariciye İşleri ismini alan devletin dışarıya karşı temsili, Batıcı elite kaldı.
Kurtuluş Savaşı’nın çok taraflı, koalisyon yapılı önderliği, bu geleneği sürdürdü ve istilacı Batılılarla teması, tam Batıcı bir heyete bıraktı. İslamcılar ve sentezci milliyetçilerin çoğu savaşla meşgul oldu. Geriye kalan kısmı da Mehmet Akif misali, istila altındaki İstanbul’dan gelen bildirilere karşı, Millî Mücadele’ye halk desteğini sağlamak için uğraştı. Böylece savaşmak ve halkı savaşa çekmek İslamcılara kalırken temsil, Batıcılara kaldı.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mümesilliği de bu şekilde pekişti. Lâkin savaş henüz devam ederken 1921’de İngiliz gazeteciler, Anadolu’daki Millî Cephe’nin unsurları için “Kemalistler” kavramını kullandılar, ardından Fransızlar da bu kavramı benimsediler.
Bu, Osmanlı bakiyesi Millî Mücadele heyetini sarsacak bir husustu. Çünkü İstilacı kuvvetler, Milli Cephe’nin mümessilini, oldu bitti ile, asıl diye kabul ediyordu. Bu, Mümessilin dünya görüşü ve yaşam tarzı ile aslın dünya görüşü ve yaşam tarzı arasındaki fark dikkate alındığında mümessilin onaylanıp aslın reddi anlamına geliyordu.
Öte yandan asıl, ne olursa olsun savaşın devamından yanayken “mümessil”, Yıldırım Orduları komutanlığında açıkça görüldüğü üzere, istilacı Batı ile uzlaşıdan yanaydı. Dolayısıyla mümessilin aslın yerine geçmesi hem savaşın sürdürülmesi hem savaş sonrası için, bambaşka bir sürece girilmesi anlamına geliyordu.
Millî Cephe içinde İslamcılar, ilk günden Batıcıların pozitivist imkâncı yaklaşımına karşı, imkânlara takılmadan, “Allahüekber” nidalarıyla savaşmaktan yanaydılar. Onlar, ne imkânlara ne de neticeye bakıyorlardı. Cihadın farz olduğuna inanıyor ve savaşıyorlardı. Milliyetçilerin bir kısmı, Batıcılarla tamamen bütünleşmişti, diğer kısmı ise niteliği ne olursa olsun devletin varlığını sürdürmesini merkeze alıyordu ki bu, onları Batı’yı Batıcı bir yönetim koşuluyla devletin varlığına ikna etmiş Batıcılarla doğrudan uzlaşmaya götürüyordu. İslamcılık şuuruna ermese de sıradan dindar kesim ise geleneksel olarak en büyük facia olarak dış istilayı görüyor, dolayısıyla yerelden birinin kimliği ne olursa olsun, başta olmasını istila ihtimalinin devam etmesine tercih ediyordu.
Neticede savaşın sonlarına doğru şöyle bir uzlaşı hiyerarşisi oluştu: Batıcılar, Batı ile; sentezci milliyetçiler Batıcılarla, Mevleviler, Kadiriler gibi maneviyatçılar ise bu sentezci milliyetçilerle uzlaştı. Böylece mücadeleci İslamcılar, tamamen dışarıda kaldı. Lozan görüşmeleri, Cumhuriyet’in ilanı ve Lozan Anlaşması bu ortamda gerçekleşti.
Batı ile uzlaşarak hiyerarşinin tepesindeki yerlerini koruyan Kemalistler, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden 9 Eylül 1923’te CHP’yi kurdular ve zaferi sahiplenerek örgütlendiler.
İslamcı yapı ise örgütlü değildi. Yapı içinde İstanbul, Ankara, Karadeniz, İzmir ve Diyarbakır arasında iletişim dahi yoktu. Lazistan Milletvekili Ali Şükrü Bey’in henüz Mart 1923’te şehit edilmesi ise İslamcılığın Karadeniz kanadına ağır bir darbe vurdu.
CHP, Solcu değil, sadece Batıcıydı. Kemalistlerin İslamcılıkla ilişkilendirdiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) ise tam anlamıyla bir Sağ parti olarak ve CHP’den 14 ay sonra 17 Kasım 1924’te kuruldu. Parti........
© Doğruhaber
visit website