Laiklik ve bağımsızlık!
Laiklik, sistematik bir yönetim anlayışı olarak Hıristiyan dünyada yönetici sınıfın, Kilise’den bağımsız karar alabilme talebiyle oluştu.
Batı’da yönetici sınıf, onu destekleyen burjuva (zengin kesim) ve onların hizmetkârı konumundaki bilim insanları, Kilise’nin üzerlerindeki tahakkümü kırmak için laikliği öne sürdüler. Dolayısıyla laiklik, Hıristiyan dünyada özgürlükle birlikte anıldı.
Buna rağmen, laiklik nihayetinde gücü elinde bulunduran beşerin üzerindeki kayıtları kaldırdığından Batı’da korkunç bir despotizme yol açtı. Bilindiği kadarıyla Batı’nın Hıristiyan tarihi boyunca hiçbir kral, laik dönemin despotları kadar Batı insanını katletmemiştir.
Batı insanı, yönetici sınıfın “eşitlik-adalet-özgürlük” vaatlerine rağmen laikliği, yönetimde keyfilik ve arzularda sınırsız serbestiyet olarak anladığını kısa sürede gördü. Buna karşı mücadele etti. Bu mücadele, her seferinde binlerce insanın ölümüne, onlardan geriye kalanların ise hayatının ancak bir miktar rahatlamasına yol açtı.
Batı’daki laiklikle başlayan despotizm; Batı insanına öyle ahım şahım bir özgürleşme sağlamadan yöneticilerin Batı’yı I. ve II. Dünya Savaşı felaketlerine sürüklemesine kadar devam etti.
Batı, bu savaşlarda nitelikli nüfusunun büyük kısmını kaybetti. Askeri sınıf resmen biçildi, yöneten sınıf törpülendi. Yalnızlığa sürüklenen birey, derin bir karamsarlığa sürüklendi.
Batı’nın laik yöneticisi, Dünya Savaşlarının ardından Batı insanına gerçekten özgürlük verdi ama bu kez onu özgürlükle öldürdü.
Despotizm günlerinde Batı’nın laik yöneticileri, Batı insanını işkence ve savaşlarda öldürdüler. Demokrasi günlerinde ise uyuşturucu, alkol ve fuhuşla… Başka bir açıdan despotizm günlerinde savaşlarda ölenlerin çocukları, demokrasi günlerinde eğlenerek babalarının yaşadıklarını unutma yoluna gittiler ve unuttukça soyları kurudu.
Batı’nın laik tarihi incelendiğinde laikliğin Batı’yı büyütmediği aksine çatıştırıp nihayetinde tükenme noktasına getirdiği anlaşılacaktır.
İSLAM DÜNYASI VE LAİKLİK!
İslam dünyasında hiçbir zaman ulemanın yönetici sınıf (umera) üzerinde tahakküm kurma gücü olmadı. Aksine Müslümanlar, henüz Emevî günlerinden itibaren yönetici sınıfın ulemaya baskı yapması ve dengeleri kendi lehine değiştirmesi gibi esastan bir sorunla yüz yüze kaldılar.
Müslümanlar, Ömer b. Abdülaziz, Nûreddin Mahmud Zengî, Selâhaddîn-i Eyyûbî devirleri gibi örnek devirlerde dahi yönetici sınıf (ümera) tarafından yönetildi. Dolayısıyla İslam dünyasının yaşadıklarının bir numaralı sorumlusu ulema değil, yönetici sınıftır.
Yönetici sınıf, İslam dünyasında ulema karşısında o kadar rahattır ki Hindistan’da Ekber Şah hariç hiçbir zaman tam bir laikleşme talebinde bulunma gereği duymamıştır.
İslam dünyasında laiklik, ulemaya karşı yönetici sınıfın karar verme hürriyeti olarak doğmamıştır. Aksine İslam dünyasının zayıf olmasına rağmen istilaya karşı direnme kararlılığına karşı, emperyalistlerin İslam dünyası içinde örgütlediği bir akım olarak gelişmiştir.
“Kur’an ellerinde oldukça onları asla yenemeyiz!” ifadesi bir efsane değildir. Batı, buna inanmış ve Kur’an’ı Müslümanların elinden almak için bir strateji yürütmüştür. Bizdeki ilk laik sınıf öyle yetişmiştir.
Başka ifadelerle, bizdeki laik sınıf, yönetimin “özgürce” karar verme talebiyle mücadele meydanlarında oluşmamış, Batı’nın İslam dünyasını istila gayesine karşı, Batı’yla uzlaşmaya müsait bir sınıf olarak üretilmiştir.
İslam dünyası, maddi yoksunluğuna rağmen, manevi gücüyle Batı’ya karşı direniyordu. Batı, Müslümanların içinde kendisine bağımlı bir sınıf oluşturarak bu direnişi kırmaya çalıştı. İşte bizdeki ilk laik sınıf bunun neticesinde oluştu.
Bu şekilde emperyalist emellerle üretilen laik sınıf, İslam dünyasını peyderpey Batı tahakkümüne sürükleyecek ortamı oluştururken Batı’ya karşı oluşan kurtuluş mücadelesinin yönünü de Batı’ya bağlanma şeklinde değiştirdi ve buna “aklın gereği” dedi.
Bizde hiçbir kurtuluş savaşı laiklerin eliyle başlatılmamıştır. İslam dünyasının hiçbir kesitinde........
© Doğruhaber
visit website