Koruyamadığımız ormanlar!
Birkaç yıl önce otobüs durağında tek başıma bekliyordum. Bıyıkları ile menşeini belli eden, yaşlıca bir adam, bir an önce konuşma hevesi içinde bana doğru geldi.
Bir yer, bir otobüs soracak zannettim. Selâmını almaya hazırlandım. Hayır! Selam vermedi. “Bakar mısın?” dedi. Şöyle bir yüzüne baktım, nurdan, namazdan zerre eser yok! Sol yakasında kocaman, sağ yakasında ise bilinen ölçülerde malumundan birer sarı kafa rozeti…
Durağın karşısında, yeşillikler içinde bir beton yığını olarak Ermeni mezarlığı vardı. Komutu orayla ilgiliydi. Geriden alarak başladı. “Gavurun mezarlığına bakar mısın? Nasıl da yemyeşil, mamur, bizimkiler öyle mi, biz hiçbir yerde orman bırakmadık!” dedi.
Rozetlerine bakıp gülümseyerek “Haklısın!” dedim. “Büyüklerimiz diyorlar ki Cumhuriyet’ten önce köylerimizin içi bile ormanla kaplıydı. Odun ihtiyacımızı bile kapının önünden karşılardık. Cumhuriyet’ten sonra kesip kesip sattık. Fakirlik işte, biz muhtaçtık, yaptık ve yapma diyen olmadı!” diye ekledim. Afalladı. Bu sefer gülerek “Anlayacağın, bereket geçmişte kaldı!” dedim.
Şöyle yüzüme baktı. “O” veya “Evyah!” dedi, “Herkese anlatılmıyormuş!” veya buna benzer bir ifade kullandı. “Haydi eyvallah!” deyip ellerini arkadan bağlayarak, ama gayet saygı içinde yanımdan uzaklaştı.
Ardından baktım,........
© Doğruhaber
visit website