Bakan Mehmet Şimşek, bir sene sonra resmi kurumlarda da tasarrufu başlatıyor!.. İyi de emeklinin günahı neydi?!.
Birkaç senedir faiz, enflasyon, pahalılık, cari açık, doların artması gibi kelimeler, herkesi rahatsız ediyordu… İyi de bütün yetkilerin verildiği ve de ekonominin kurtarıcısı uzman bakanımız, şimdiye kadar kamu harcamalarına ait tasarruflara neden öncelik vermedi?..
Neden bu iş, bir senedir savsaklandı?..
Neden faturalar, dönüp dolaşıp emekli kesime yüklendi?..
İşe sendikasız emeklilerle başlamak, daha mı kolay oldu (?!)
Bu soruları çoğaltabiliriz ama üzücü olan, iktidarın bunu bilinçli olarak sürdürmeye devam etmesiydi…
İktidar, her seferinde “Yola devam” derken yağan yağmurda ıslanmayı pek de önemsememişti; tercih ettiği yağan yağmur ise fantezi olmaktan çıkmış, zemini yok etmişti…
Sonunda yolun bittiği, hükümet tarafından da anlaşıldı… Seçimde umulanı bulamayan iktidar, durumu iyi anladı da taraftarlar konuyu hâlâ anlayamamış!..
Bu acı reçetelerin sebeplerini emekliler olarak belirlemek doğru değil… Bütün sebepler, iktidar tarafından oluşturulmuştur… Talep edilmiştir ve sebepler de sonuçları hazırlamıştır…
Partizanlar ve medya, üç maymunu oynadı… Televizyonlar bile emekliden bahsetmeden uzaklaşmıştı… Sosyal medyada ise bir feryat vardı ve tuzu kuru duyarsız kesimler, bu seslenişe kulak asmamıştı… Onların unuttuğu bir şey vardı: Kimsesizlerin kimsesi Yüce Allah’dı… Kaderin üstünde bir kader yoktu; zira kaderin üstünde olan da yine aynı kaderin kendisiydi…
İktidar tarafından insan haklarına ve hukuka aykırı olarak (16 milyonluk hazır kıta) emeklilere faturalar -her altı ayda- umuda yolculuk hilesiyle yüklenmişti... “Umuda yolculuk” bitmedi ve de hâlâ devam ediyor…
Bu adaletsizlik, tuzu kuru üst tabakanın hiç de umurunda değildi; zira emekliler hak aradıkça neredeyse “vatan hainliğiyle” suçlayacak kadar da ileri gidiyorlardı!..
Küpü dolu olanlar için zaten sorun yok ama hak ve adalet için savaşmak bir fazilettir ve de insanî bir mecburiyettir… Erdemli hiçbir insan, bu adaletsizliğe sessiz kalamaz…
Herkes, adaletsizliğe karşı mazlumlara destek vermek zorundadır…
Emeklilerin parasını çalan bir iktidarı destekleyenler, en azından emeklilere nasıl davranacağına dair de nasihat vermeye kalkmamalıydı… Bu davranış hem ayıp hem de ukalalıktır…
Bu ülkenin zelzele masrafları da yatırımları da kısacası yanlış yönetimin “ekonomik beceriksizliği de” emeklilere asla yüklenemez… Ama emeklileri çok seven iktidar, 2024 yılını emekliler yılı ilan etti ve bütün faturayı da emeklilere yükledi...
En kolay yol da buydu!..
Bu durum ise emeklilerin haklı direnişine sebep oldu… Emeklilere yapılan haksızlıklar, insan haklarına da hukuka da aykırıydı…
İnsan haklarına aykırı: Çünkü verilen 10 bin lira açlık sınırının çok altında…
Hukuka aykırı: Çünkü asgari ücretin altında… Yani asgari ücret demek “devlet dahil, hiçbir kurum asgari ücretin altında ödeme yapamaz” demektir…
Ekonomik parametrelerini herkes az çok öğrenmiştir…
Faiz, enflasyon, dolar, ithalat, ihracat, pahalılık, tasarruf, piyasaya müdahale etmek, kanun çıkartmak bilinen kalemler… O halde bilinen ekonomik parametreler niçin ciddi olarak kullanılmadı?..
Ekonomi gibi hayati bir meselede ciddi hiçbir tedbir alınmamıştı...
Üstelik tersi yapılmıştı…
Bunun örneği çoktur: Özellikle mazotun artırılması her şeyi etkilemiştir; üstelik benzinin fiyatının üstüne çıkması bile tam bir akıl tutulmasıdır… Bu kadar yaygın olan Tarım Kooperatiflerinde bile iktidarın fiyat düşürmeye gitmemesini anlamak çok zor…
Denetlemeler ve cezalar ise yetersizdi…
Kamu harcamalarındaki müsrifliğin ise üzerine ciddi olarak gidilmemişti
Hükümet, ciddi ve disiplinli bir uygulama yerine neredeyse “rica politikası” sürdürüyordu. Oysa kamuda acil olarak yapılacak tasarruf, birinci sırada olmalıydı… Tasarruf için sadece ricada bulunulmasının yetmeyeceği belli değil miydi?..
Aradan geçen bir sene neden boşuna harcandı?..
Bu davranış, Türkiye'deki bir yönetim anlayışı olamaz... Bakanlar, ülkemizin yapısını, kurumsal olarak da toplumsal olarak da bilmek zorundadır… Zaten siyasetçilerin yüzde 100’ü toplumumuzu iyi tanıyor… Yoksa seçim kazanma şansları sıfıra iner…
Geçenlerde bir tünel içinde şehir tramvayını bekliyordum, karşımdaki tabelaya gözüm takıldı… Sadece gözüm değil, kafam da takıldı; zira tabelada ilginç bir durum vardı…
Dikkat ederseniz, tabelanın Türkçe ve İngilizce yazısı aynı değil… Türkçede “Dikkat! Sarı Çizgiyi Geçmek Tehlikeli ve Yasaktır” yazarken İngilizcesinde “Sarı çizgiyi geçmeyin” diyor… “İkisi de aynı şey” diyenler olabilir ama işin aslı öyle değil!..
Türklere hitap ederken daha sert bir hitap şekli kullanılmış ve Tehlike boyutu hatırlatılmış ve de kanunen yasak edildiği belirtilmiş… Yani “hem tehlikeyle korkutuyor hem de bu ikazı dinlemezsen seni cezalandırırım” diyor… Yabancılara ise daha nazik bir dil kullanılmış: Sarı çizgiyi geçme!
Yani bizim toplum davranışlarımız bilindiği için bu yazı böyle yazılmış… Çünkü bizde şehir içi veya sokaklarımızda 30 km. hızla giden hiç bir şoföre rastlayamazsınız… Kısacası bizim insanımız, fırsat buldukça devletin kurallarına uymaz… O yüzden de yollara trafiğe aykırı acayip tümsekler yapmışlardır… Hız sınırına uymayanlar, zorunlu olarak durduruluyor… Oysa normalde tabelalar yeterli olmalıydı ve arabaları da böyle tehlikeli tümseklere maruz bırakarak, hurdaya çıkarmamalıydık; sonuçta milli servet!.. Ama pratik hayatın........
© Dikgazete.com
visit website