menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bakanlar Kurulu değişikliği Cumhurbaşkanının gündeminde mi!

11 50
previous day

Ankara koridorlarında rüzgâr yön değiştirdi. Kulislerde dillendirilen kabine revizyonu ve valiler kararnamesi, artık bir idari düzenleme değil, devletin kendi iç nabzını ölçme girişimi ve devlet aklının kendini yeniden konumlandırma girişimi olarak görülüyor. Bu yaklaşımın nedenlerini yazalım.

CİMER cinneti!..

Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne yapılan şikayet başvurularındaki keskin artış, halkın yönetimden beklentisini değil, inancındaki erozyonu gösteriyor. Vatandaş artık “duyulmak” değil, “anlaşılmak” istiyor. Her mesaj, her şikayet bir tür sivil alarm sinyali gibi. Vatandaş artık “şikayet” etmiyor; bir tür çaresizlik bildirisi gönderiyor.

Milli Eğitimde hedeflenen başarı oranları tutmadı; çünkü sistem, bilgiye dayalı değil. Bir zamanlar geleceği şekillendirecek nesiller yetiştirmesi beklenen Millî Eğitim Bakanlığı, artık farklı ideolojik ve dini grupların güç mücadelesi verdiği bir alan hâline geldi. Kimi vakıf, kimi cemaat, kimi sendika eliyle bürokraside nüfuz savaşı yaşanıyor; liyakat, yerini mensubiyet kriterine bırakıyor.

Bu tablo, yalnızca eğitimde değil, devletin kurumsal omurgasında da paralel yapılanmaların yeniden filizlenmesine yol açıyor. Okul yöneticilikleri, öğretmen atamaları, hatta müfredat komisyonları bile çoğu zaman pedagojik ölçütlerle değil, ideolojik yakınlıkla belirleniyor. Öğretmen motive değil, öğrenci umutsuz, veli güvensiz.

Bir yanda özel okulların ticarete dönüşen eğitim anlayışı; diğer yanda cemaat kurslarına yönlendirilen yoksul öğrenciler. Sınav sistemleri her yıl değişiyor, müfredat ideolojik rüzgâra göre eğilip bükülüyor. Üniversite mezunları iş bulamıyor, ama bakanlık içindeki bazı klikler hâlâ kadro kavgasında.

Eğitim artık bir kalkınma aracı değil, ideolojik nüfuzun laboratuvarı. Devletin asli görevi olan “eşit ve nitelikli eğitim” ilkesi, gruplar arası denge siyasetinin gölgesinde kaldı. Ve bu durum, uzun vadede sadece eğitim krizine değil, devletin ideolojik tarafsızlık ilkesinin aşınmasına da zemin hazırlıyor.

Bu yüzden eğitimdeki başarısızlık yalnızca sınav sonuçlarının düşmesiyle açıklanamaz; bu, devlet kapasitesinin ideolojik sızmalara açık hale gelmesinin bir yansımasıdır. Kısacası; bugünün en ciddi beka problemi ne dışarıda ne ekonomide; sınıf sıralarında, müfredat sayfalarında gizlidir. Çünkü bilgi yerine inanç dayatıldığında, geleceği akılla değil aidiyetle ölçen bir toplum ortaya çıkar; o da devletin en sessiz ama en tehlikeli kırılma noktasıdır.

Sağlık sistemi, ciddi bir etik kriz ve güven erozyonuyla karşı karşıya. Hastaneler, şifa dağıtan kurumlar olmaktan çıkarak, ihale yolsuzlukları, malzeme eksiklikleri ve kaynak israfı ile anılan bir düzene dönüştü.

Bu aksaklıkların en çarpıcı örneklerinden biri, kamuoyuna “Yenidoğan Çetesi” olarak yansıyan vakadır: Yoğun bakımda olması gereken bazı bebeklerin, kritik ilaç ve malzeme eksikliği yüzünden risk altında kalması, sürecin hastane bürokrasisi ve tedarik aksaklıklarıyla bağlantılı olduğu iddialarını gündeme getirdi.

Doktorlar ve sağlık personeli üzerindeki ağır bürokratik yükler, tedaviye erişimi daha da zorlaştırıyor; hastaneler artık çoğu zaman çıkar ve rant ilişkilerinin gölgesinde işleyen bir laboratuvar hâline geldi. Bu tablo yalnızca sağlık hizmetinin kalitesini düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumun devlete olan güvenini aşındıran ciddi bir beka sorununu işaret ediyor.

Sosyal yardımlar alanında da ciddi aksaklıklar karşımıza çıkıyor. Bir zamanlar toplumun en kırılgan kesimlerine -şehit yakınları, dul ve yetimler, yoksul vatandaşlar, engelli ve yaşlılar ile çocuklar- ulaşmak için oluşturulan bu mekanizma, bugün bürokratik engeller ve “oldu-bitti” uygulamalarıyla işlevsiz hâle gelmiş durumda. Basına yansıyan olaylar bir yana, yansıtılmayan vakalar da sistemdeki boşlukları ve ihmalleri gözler önüne seriyor.

Kaynakların yanlış kullanımına, kayıt dışı uygulamalara ve yer yer kayırmacılığa rastlanıyor. Bu durum, yalnızca yardıma muhtaç bireylerin hayatını zorlaştırmakla kalmıyor; toplumun devlete olan güvenini sarsan, etik ve kurumsal bir çöküşün simgesi hâline geliyor. Ayrıca, sistemdeki aksaklıklar sosyal adalet algısını da derinden zedeliyor.

Turizm sektörü de ruhsat mafyalarının elinde tekelleşme eğilimi gösteriyor. Denetim eksikliği, kayırmacılık ve imar rantı, sahilleri ve tatil bölgelerini adeta birer çıkar alanına dönüştürmüş durumda. Ülkenin en önemli döviz kaynağı bile bu rant ağlarının insafına bırakılmış. İhmallerin doğal afetlerle birleştiği örnekler, felaketin boyutlarını daha da görünür kılıyor: Kartalkaya’daki turizm alanında çıkan yangın, bölgedeki ekosistemi ve tesis altyapısını tehdit ederken, koordinasyon eksikliği ve denetimsiz yapılaşma, kriz yönetimini zayıflattı. Benzer şekilde, Kırklareli İğneada’da........

© Dikgazete.com