Uyan ey gözlerim!
MOSKOVA
“Sefer” özünde sıradan, basit bir kelimedir. Ama içinde nice yollar gizler. Kimi zaman “ayakla” yapılır, kimi zaman gönülle… Kimi yolculuklar haritaların üzerinde iz bırakır, kimi ise yalnız ruhun derinliklerinde yankılanır. İnsan, yeryüzünün her köşesini adımlayabilir; meridyenleri geçebilir, paralelleri aşabilir, kıtaları fethedebilir; ama ya içindeki o karanlık kıtaya hiç uğramadıysa? Ya kendi “özünün” haritasını hiç çizmediyse?
Öyle ya, “içine sefer etmeyen, dünyayı dolaşsa ne?” diye soruyor bir bilge… Bu, basit bir soru gibi görünse de aslında pek öyle değil; özünde aynaya tutulmuş bir yüz ve insanın “kendisine” bakmasına davet eden, ürkütücü bir davettir bu... Çünkü dışarıdaki seferler, çoğu zaman içerideki sessizlikten kaçışın başka bir adı olmuştur. Yani, yollar, bazen bir varış değil, aslında bir kaçıştır. Ve gitmek, “bulmak” değil, “unutmak” olmuştur…
İnsan ise ekseriyetle “hareket”in esiridir; durduğunda kendisiyle baş başa kalacağından korkar! O yüzdendir “durmadan” bu koşuşlar-kovalamacalar... Bir şehirden bir şehre, bir ekrandan bir ekrana, bir “hayal”den bir “hayal kırıklığına” koşar durulur; soluklanmadan, dinlenmeden... Ama gel-gör ki bu koşuşturma, ruhun yorgunluğunu gideremez. Çünkü ruh, coğrafyalarla değil, “derinlikler”le beslenir. Ruh, uzaklıkla değil, yakınlıkla şifa bulur; insanın kendine olan yakınlığıyla… Zaman, saatin tik-taklarında değil; nefsin dönüşümündedir oysa... Ve mekân, koordinatlarda değil; kalbin genişliğindedir. Mesela, dar bir “göğüs”, sarayları da “dar” görür. Ancak, geniş bir gönül ise karanlık bir “hücreyi” aydınlık cennet eyler adama!
Diğer bir “paradoks” da insanın dışarıda her şeyi görüp, içindekini görememesidir… Kendini görmeyen, “alemi” görse ne? İnsan, nasıl olur da başkalarının gözlerindeki yaşı fark eder de kendi gözlerindeki buğuyu göremez? Nasıl olur da dağların yüceliğini seyreder de kendi içindeki uçurumları fark edemez? Pes doğrusu, ne tuhaf bir körlüktür bu!
Belki de “görmek” dediğimiz şey, özünde bir yanılsamadır. Belki de gördüğümüzü sandığımız şeyler, sadece gözün üzerine düşen “ışık” oyunlarıdır. Zira “hakiki” görmek, gözün ötesinde bir yerdedir; kalbin derinliklerinde, ruhun sessiz köşelerinde, nefsin gizemli odalarında... Ve orası,........



















































