menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kökler ve kodlar: Halkın liderlik ve sistem algısı

14 0
27.07.2025

Sandığa atılan her oy, yalnızca bugünün vaatlerini değil, geçmişin belleğinde biriken gölgeleri de taşır. Türkiye’nin başkanlık sistemine yönelişi, yalnızca bir yönetim biçimi değişikliği değil. Bu tercih, yüzyıllardır toplumsal hafızada yer eden güçlü lider arzusunun, demokrasiyle kurulamamış derin bağların ve istikrara duyulan ihtiyaçların bir yansıması. Sandık, sadece bir tercih değil; halkın bilinçaltında kök salmış bu kodların bir göstergesi. Bu nedenle oy kabini, yalnızca bir seçim alanı değil; geçmişin izlerinin bugünün tercihlerine yön verdiği bir saha.

Bugün birçok muhalif siyasetçi, “Bir referandum olsa halk parlamenter sisteme döner” diye düşünüyor. Ancak bu beklenti, meselenin derin nedenlerini göz ardı ediyor. Başkanlık sistemine yöneliş yalnızca karizmatik bir liderin popülaritesiyle açıklanamaz. Bu tercihin ardında tarihsel bir güvenlik arayışı, kriz dönemlerinde hissedilen ‘koruyucu bir el‘ ihtiyacı ve Osmanlı’dan miras kalan merkeziyetçi liderlik alışkanlığı var. Bu dinamikler değişmedikçe, sandıktan benzer sonuçlar çıkmaya devam eder. Çünkü mesele yalnızca sistemin adını değiştirmek değil; toplumun demokrasiyle bağını güçlendirmek, geçmişten gelen alışkanlıkları sorgulamak ve halkın siyasetteki sorumluluk bilincini geliştirmek.

Toplumsal belleğin bu eğilimini anlamak için Türkiye’de demokrasinin nasıl yerleştiğine ve halkın bu sisteme nasıl baktığına bakmak gerekir.

Siyaset bilimci Robert Dahl’a göre, demokrasinin kalıcı olduğu toplumlarda halk, bu düzeni kendi mücadelesiyle kazanmıştır. Fransız Devrimi’nde halkın barikatlarda dökülen kanı, demokrasiye aidiyeti güçlendirmiştir. Türkiye’de ise demokrasi, Atatürk’ün önderliğinde başlatılan modernleşme projesiyle, halkın aktif mücadelesinden ziyade devlet eliyle gelen bir düzen olarak ortaya çıktı. Bu durum, halkın gözünde demokrasiyi ‘kendi emeğinin ürünü‘ değil, ‘tepeden verilmiş bir armağan‘ haline getirdi.

Psikologlar Edward Deci ve Richard Ryan, dışarıdan dayatılan normların kriz anlarında kolayca sarsıldığını vurgular. Türkiye’de demokrasi, kök salmadan rüzgârda savrulabilecek bir fidan gibi kaldı. Modernleşmeyi ‘Batı’nın dayatması‘ olarak gören kesimler de bu yabancılığı pekiştirdi. Osmanlı’dan miras kalan güçlü lider arayışıyla birleşince, başkanlık sistemi birçok kişi için kaotik bir dünyada güvenli bir liman gibi göründü. Bu tablo, halkın neden tam işleyen bir demokrasi yerine güçlü liderlere daha çok bağlandığını anlamak açısından önemli.

Demokrasiyle bağın zayıflığı, kriz zamanlarında güçlü lider arayışını daha da besliyor. Bu noktada, toplumsal hafızada kökleşmiş bir başka unsur öne çıkıyor: Koruyucu lider ihtiyacı.

Hofstede’nin kültürel araştırmaları, kolektivist toplumların güçlü merkezi figürlere eğilimli olduğunu ortaya koyar. Osmanlı’nın yüzyıllar süren merkeziyetçi yapısı, halkın bilinçaltına ‘koruyucu lider‘ arketipini kazıdı. Jung’un belirttiği........

© Diken