Apti'ye veda: Şekerim, benim fıtratım böyle…
40’lı yaşlarımın ortasına dek, kedi olan bir eve gidince kanepe yerine bir sandalyeye oturmayı tercih ettim. Üzerime tüy yapışmaması için. Hep mesafeliydim.
Bir gün bir kediyle aynı evde yaşamak zorunda kaldım. Aylarca birbirimize yaklaşmadan bakıştık. Sonra, yanıma gelmeye başladı. Ben de başını okşadım. Hiç abartmıyorduk.
Birkaç yıl sonra göğsümde uyuyordu. Adı Apti (bir yoruma göre, Abdi). Evimizin zorlu, kişilik sahibi, inat ve yakışıklı ferdiydi. Kedi dünyasının Robert Redford’uydu. Uzun yaşadı. Çok insanda iz bıraktı. Beni o yaştan sonra terbiye etti, eğitti. Hayvan sevgisini, tahammülü, bir başka canlı için fedakarlığı öğretti. Bizim ufaklık, onun sayesinde hayvansever bir çocuk oldu.
Pazar günü aramızdan ayrıldı. Apti’ye çok şey borçluyum. Çok özleyeceğim. Özleyeceğiz. Aşağıdaki yazıyı, yine aynı başlıkla 7 Kasım 2017’de Gazete Duvar’da yayınlamıştım. Bu kez Diken’e misafir olsun Apti. Benzer duygular yaşamış herkes için.
Agresif olduğum söyleniyor. Kızgınmışım, bazen konukları taciz ediyormuşum, benden çekindiği için eve gelmekten çekinenler oluyormuş. Bakışlarımı beğenmiyorlarmış. Ha bir de sağa sola, kanepelere işiyormuşum. Oh ne âlâ memleket. Eleştiri eleştiri… Başka bir şey bildikleri de beni anlama dertleri de yok. Varsa yoksa ötekileştirme, bir sinir, bir tavır, bir şikâyet. Kabul ediyorum biraz öfke var bende ama bir sor bakalım, neden?
12 yaşındayım. Malum bizim cinsimizde 12 yaş az buz değil. Görmüş geçirmiş bir beyim anlayacağınız.
Adımı söylemek istemiyorum, yerli ve milli bir isim vermişler; amacım şöhret olmak değil, bir derdim var.
Aslen Ankaralıyım. Muhtemelen annem de (İran kökenli) bir Ankaralı, ne kadar uzaklaşmış olabilir ki! Babamı tanımıyorum, nasıl biridir bilmiyorum, zaten önüne geleni… Neyse şimdi ağır konuşacağım, boşverin!
Bir emlakçının dükkanında, kutunun içinde, kardeşlerimle birlikte yaşarken bizi sağa sola verme ihtiyacı hissetmişler. O emlakçıyla münasebetimiz nedir ne değildir, neden oradaymışız, tam olarak bilmiyorum. Zahmet edip bir açıklama ihtiyacı da hissetmediler.
Annemizin başına geleni bilmiyorum, tek bildiğim çok kısa süre emzirebilmiş beni ve kardeşlerimi. Ne oldu, alıp götürdüler mi, bir arabanın altında mı kaldı, sorumsuzun biri miydi, başkasıyla mı kaçtı, hiç bilemedik. Bendeki bazı hastalıkların filan temelinde hep o beslenme yetersizliği varmış. 10 yaşından sonra dizlerim de ağrımaya başladı, muhtemelen aynı nedenden.
Ama anlatamazsın işte bunlara. Benim bebekliğim travma yahu, sizin gibi değilim ki, hayata zor başlamışım. Hatırlasana Küçük Emrah’ın o ilk çıktığı zamanlardaki yüz ifadesini, o kaşları filan.
Hatta bana bakın, kadının biri beni sahiplenirken bile bir gariplik olmuş biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz, benimki de soru. Kardeşlerim uslu görünüyormuş, hakikaten öyleler miydi yoksa biri alsın diye numara mı yapıyorlardı bilemem. İlk gelenler onları alıp beni bırakmış. Neymiş efendim, sürekli kutuya tırmanıyormuşum, yaramazlık yapıyormuşum. Benim insan versiyonum olsa, “Maşallah yerinde duramıyor, ne zeki çocuk” demezler mi? Ama yok, bizde işler öyle yürümüyor işte. Efendi duracaksın ki maşallah desinler. Benim göze girme gibi bir derdim hiç olmadı. Natürelim hayatım, canım nasıl isterse öyle davranıyorum.
Her neyse… Beni bir kadın aldı, akşam vaktiydi, hatırlıyorum. Uzunca biri. Avucuna alınca, yalan olmasın, ben de biraz kırıttım hani. Zaten sona kalmışım, bari bir kadın beni alsın istedim, göz süzmeler, patileri saklamalar filan fıstık. Bizim camianın klişe hareketleri ama o bilmiyor tabii. Aman ne tatlıymış filan deyip eve götürdü beni. İşte onunla maceram da böyle başladı.
Eve gelenler gidenler, arkadaş eş dost,........
© Diken
