Kızgın Boğa
1867 yılıydı. Üçüncü Napolyon’un “imparator”luğunu ilan ettiği Fransa’da uluslararası bir fuar düzenlenmişti. Tüm dünyadan 15 milyon ziyaretçi akımına uğrayacak fuarda, Fransa ilk kez bir Osmanlı padişahını, Sultan Abdülaziz’i ağırlayacaktı.
Sultan Abdülaziz, yokluğunda darbe yapılır korkusuyla oğlu İzzettin, veliaht Murat ve yeğeni İkinci Abdülhamit’i de yanında getirmişti Paris’e.
Yobazlığı, korkaklığı ve durağanlıyla Osmanlı devletine hükmettiği 33 yılda zaten çürümüş imparatorluğun ipini çekecek olan Abdülhamit; bu gezide tanıştığı opera sanatını, daha o zaman yobazlığını ele veren şu sözlerle anlatacaktı:
“Fransa’da bir defa büyük bir operaya gittik. Bizi hususi odalara aldılar. Pastalar yedirdiler. Adeta saray gibi bir tiyatro. Büyük bir bina, lakin oyuncu kadınlar adeta çıplak. Ten rengi daracık fanila don giymişler, etleri görünüyor. Üzerine kısa bürümcük örtü koymuşlar, bütün göğüsleri her tarafı açık raks ediyorlar...” (1)
Operadan “çıplak kadınlar”dan başka hiçbir şey algılamamıştı, Kızıl Sultan.
Oysa Sultan Abdülaziz, Osmanlı devletini modernize etmeye çalışan kültürlü ve sanatsever bir egemendi. Fransa gezisinden sonra uğradığı Avusturya’da Bayreuth Operası’na bağışta bile bulunmuştu!
Bir rivayete göre, Paris fuarında boğa yontularını çok beğendiği Fransız........
© Cumhuriyet
visit website