Bazı insanların gelişi değil gidişidir bizi biz yapan
Bence olmazdı..
Zannetmiyorum..
Çünkü bana göre o noktada duygunun şiddeti ve de yüksekliği, o duygunun negatif veya pozitif olmasının önüne geçerek bir tür köprü işlevi sağlıyor sanatçıya. Bir şelaleden yukarı tırmandırır gibi yapıp, akıntıya ters yüzdürüp, olmayacak şeyleri yaptırıyor. O nedenle her ne kadar sinirimizi bozsa da, canımızı acıtsa da yine de hayatımızda dost, arkadaş konumunda olan bazı insanların bize karşı olan tavırları, zaman zaman kıskançlıkları, bizimle yargılayıcı veya yaralayıcı bir biçimde konuşmaları, bizi zedelemek yerine en iyi şekilde besliyor. Yani kısacası aynı Gauguin ve Van Gogh örneğinde olduğu gibi bazı insanların hayatımıza gelişi değil asıl hayatımızdan gidişi bizi daha çok biz yapıyor.
Belki de o nedenle hayatımızdaki bazı ilişkiler yaşamımızda hep devam ederken silik bir iz, bazıları ise biterken kalıcı ve de derin bir iz bırakıyor. Çünkü o derinlik ve kalıcılık sayesinde bizim de kendi derinliğimizi ve de yaşamdaki kalıcılığımızı daha iyi fark etmemiz gerekiyor.
Filmin adı "Sonsuzluğun Kapısı" (At Eternity’s Gate)
2018 yapımı, Van Gogh'un hayatını konu alan bir dram. Willem Dafoe’nun Vincent Van Gogh’u, Oscar Isaac’in ise Paul Gauguin’i oynadığı bu filmi nasıl olmuşsa bir şekilde kaçırmış izlememişim bugüne kadar. Geçen gün Instagram'da bir sinema hesabı bu filmden bir diyalog paylaşınca göz atmak istedim. İzlememiş olduğumu fark edince de hemen oturup izleyiverdim.
Bundan 4-5 yıl belki ondan da öncesiydi. Amsterdam Van Gogh Museum’da Van Gogh’un hayatını konu alan bir serginin merkezinde Van Gogh’un kardeşi Theo ile olan mektuplaşmaları yer alıyordu. Arka fonda bir sesin okuduğu mektupları dinlerken bir yandan da iki koca duvarda eş zamanlı olarak hem mektupları görüyor hem de artık her türlü kırtasiye malzemesinin üzerini süslemesine alışkın olduğumuz Van Gogh’un meşhur olan tüm eserlerini........
© CNN Türk
visit website