"Siyasi Manipülasyon ve Yargısal Taciz..."
16 Mayıs 2024 Perşembe günü, Türkiye siyasetini tanzim eden bir sürecin en önemli başlangıçlarından biri olan, kamuoyunda Kobane davası diye bilinen, dönemin HDP genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil birçok HDP’li siyasetçinin tutuklanmasına sebep olan dava süreci ilk derece mahkemesinde çoğu on yıllarla tarif edilecek cezalarla sonuçlandı. Süreç istinaf ve Yargıtay’da devam edecek. Bu dava, HDP’nin kapatılmasına ilişkin iddianameye zemin hazırlamasından tutun, siyasal iktidarın olağanüstü rejimin olağanüstü hukuk araçlarıyla Türkiye siyasetini yeniden tanzim etmesine kadar giden sürecin yapıtaşlarını döşedi.
Bu davayı ve dosyayı, sürecin başından beri dosyanın avukatlarından olan Nuray Özdoğan’la konuştum. Bu süreci, salt hukukun uygulandığı teknik ve adli bir vaka olarak ele almanın handikaplarına kapılmamak için, yargılama faaliyetini mahkeme teşkilatının kuruluşundan fizikî yapısına, satır aralarında duruşmalarda ne olduğundan yargılama sonucunun neden “ince ayar” olarak görüldüğüne, Türk Ceza Kanunu sistematiğinin bu dosyalar açısından neleri değiştirdiğine odaklanmaya çalıştık. Siyasi süreçlere ve politikanın tanzim biçimine hukuk süreçleri olarak bakılamayacağını biliyoruz. Türkiye siyasetinde uzun yıllar çok konuşulacak olan süreci başından sonuna tüm ayrıntılarıyla, aynı zamanda DEM Parti Parti Meclisi üyesi ve Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu üyesi olan Avukat Nuray Özdoğan’dan dinleyelim.
***
Aslında sondan başa doğru gitmek istiyorum. Birkaç gün önce Kobane davası olarak bildiğimiz davanın ilk derece mahkemesindeki yargılaması bitti. Bu oldukça önemli bir dava çünkü kökleri, AKP’nin kaybettiği ilk seçim diyebileceğimi 7 Haziran seçimlerinin öncesine dayanan, çözüm sürecinin bitişinden HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına kadar giden sürecin yapıtaşlarından olduğunu biliyoruz. Yargılamanın sonucuna baktığımızda ince hesaplı bir sonuçla karşılaştığımızı görüyorum. İlk sorum bu yüzden şu olacak: Karar duruşmasının yapıldığı 16 Mayıs Perşembe günü, Türkiye siyasetinde ne değiştirdi?
Yani şöyle Işıl... Başlangıcı 2014 tabii bu sürecin ama biz bunları sonradan öğreniyoruz. Hukuki güvenlik ilkesi uzun süredir ortadan kalktığı için biz bunları sonradan öğrendik. Aslında soruşturma, 13 Ekim 2014’te başlamış görünüyor, tam 6 Ekim’de değil. Bir CİMER ihbar şikâyetiyle başlamış görünüyor. Türkiye’de anayasal suçlarla ilgili soruşturmalarda resmî olmayan, gizlilik kararı olmasa dahi bir gizlilik oluyor. Soruşturma var mı yok mu göremiyoruz gidip baktığımızda bile. Ancak iddianame hazırlanınca ya da size bir tebligat gelince öğreniyorsunuz. 13 Ekim’de bir ihbar mektubuyla başlamış görünüyor. 6-8 Ekim olayları diye bilinen olaylarda ilk ölüm vakası, 7 Ekim’de gerçekleşti. 6 Ekim’de HDP MYK toplantısı vardı. O dönem hatırlarsın, Kobane’de soykırım girişimi vardı. Ve Türkiye’den şu talep ediliyordu: Mürşitpınar sınırkapısından yardım için bir insani koridor açılması. Bu uluslararası alanda da söylendi. O dönem HDP’nin de talebi, birçok kurumun, kişinin de talebi buydu. Türkiye’deki sınır önemliydi, bunun yardım amaçlı açılması gerekirdi. Hükümet de biraz ayak diriyordu. Ben o dönem MYK üyesi değildim ama o dönemki 6 Ekim tarihli MYK’da toplanıldı ve akşam saatlerinde bir tweet atıldı: “Kobane’de durum kritiktir, tüm halkımızı Kobane’yle dayanışmaya çağırıyoruz,” denilerek AKP’nin tutumunu da eleştiren bir çağrı idi.
Tüm mesele burdan başlıyor. 2014-2024, on yıldır meselemiz bu aslında. Dolmabahçe mutabakatının açıklandığı süreci hatırlarsın, bunları da yaşadık ama alttan altta bu dosya da sürmüş. Savcılık birinden ihbar şikâyeti almış, küçük küçük başlamış. Bu da genel bir uygulama, Türkiye’de soruşturmalar uzunca bir süredir kimden olduğunu, neden olduğunu bilmediğimiz bir ihbar mektubuyla başlıyor. Savcılığın kendiliğinden harekete geçiyormuş gibi görünmemesi için bu bir hileli yöntem aslında. Çok fazla dosyada bu yapıldı.
Bu dosyadan yargılananlar 2016’dan itibaren yoğunluklu olarak ifadeye ara ara çağırıldı. Bu ifade de nasıl? “6-8 Ekim olaylarının sorumlularını araştırıyoruz, HDP MYK’nın bu konuda bir tweeti var. Beyanınızı verin bu konuda.” Çok kısa bir talimat yazısıyla. Hatta bazı talimat yazılarında, doğru düzgün isnat yok. “İfadesinin alınması” gibi… Hatta bir kısmı kendi gidip ısrarla ifadelerini verdiler. Hasta-tutsak olan Ali Ürküt gibi. Israr edince ifadesini alıyorlar. İfadesini veren serbest bırakılıyor. Hiçbir adli kontrol işlemi yok. O arada 4 Kasım 2016’da, yani partinin siyasi darbe olarak yorumladığı 4 Kasım 2016’da bir müdahale oluyor. HDP’nin eş genel başkanları, Selahattin Bey ve Figen Hanım’la beraber on iki vekil bir gecede farklı farklı illere operasyonlarla alındılar. Diyarbakır’a götürüldüler. Sonra asıl soruşturmanın Ankara’da yürüdüğü anlaşıldı. Neresi müsaitse orada soruşturma yürütmek gibi bir tablo da vardı. Ama o zaman da hâlâ soruşturmayla ilgili bir şey yoktu. Tutuklandı bir kısmı, bir kısmı serbest bırakıldı. Eş genel başkanlar tutuklandı. O tarihsel silsileye baktığımızda Işıl, 4 Kasım 2016’dan önce dokunulmazlıkların kaldırılması için bir anayasal düzenleme yapıldı. Bu anayasal düzenleme sonrasında Can Atalay dahil birçok kişiye de uygulandı. Özellikle HDP’li vekiller için getirilen bir anayasa değişikliği geçmişe yürütüldü.
Üstelik dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki teamül ve usule aykırı olarak, anayasa değişikliği yoluyla, geçici 20. madde ile bu yapıldı. Sonradan Türkiye aleyhine ihlal doğruan AİHM kararında buna da değinildi.
Evet, 4 Kasım siyasi ve yargısal operasyonu böyle yapıldı. Daha sonra da Türkiye siyaseti daha baskıcı bir yönetime evrilmeye başladı zaten. Çözüm süreci masası yıkılmıştı, çatışmalar başlamıştı, hatırlarsın yine Haziran seçimleriyle HDP’nin ,1 oy alması üzerine “400 vekil verin bu işi bitirelim,” diyen bir açıklama o dönem geldi. Beraberinde 2015’te Türkiye’de IŞİD’in gerçekleştirdiği büyük katliamlar. Buradan destek alarak yaptığı katliamlardı. O dosyaların çoğunun avukatlığını yaptım ve dosyalara hakimim, bunu o yüzden söyleyebiliyorum. Diyarbakır, Ankara, Suruç, Antep katliamları. IŞID’in Türkiye’de eylemlilik süreçleri. Devamında baskı büyüdü. Kasım seçimleri oldu. Meclis’in aritmetiği değişti. Mevcut iktidar için iktidarını güçlendirme şansı ortaya çıktı. Devamında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtik.
Peki 2017 hükümet değişikliği bu süreci etkiledi mi?
2017’den sonra dosyada yazışmaların arttığını ve hızlanmaya başladığını görüyoruz. Biz aslında dosyaya 2018’de vâkıf olduk. Selahattin Bey 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyordu. O yargılama sürerken, 6-8 Ekim’le ilgili fezlekesi vardı Selahattin Bey’in. Bu dosya, orada sinyalini verdi. 31 no’lu fezleke, 6-8 Ekim olaylarıyla ilgiliydi. Ki o tarihte de TCK 214, yani tahrik iddiası ile hazırlanmış bir fezleke idi. Çok iyi hatırlıyorum, hatta mahkeme başkanı, o fezlekeyi atlamaya çalıştı. “Selahattin Bey hangi fezlekeden başlayacaksınız, şuna geçelim mi?” diye sordu. Selahattin Bey “Hayır,” dedi, “6-8 Ekim’le ilgili fezlekem var ve ben bunu geçmeyeceğim,” dedi. O dönemde nasıl hükümetle görüşmeler yaptıklarını, provokasyon olduğunu, HDP’nin bunu engellemek için hükümetle nasıl çalıştığını, Efkan Ala’yla görüşmelerini, o dönemki siyasetçilerle, o dönemim kimi hükümet yetkilileri ile beraber bu provokasyonu önlemeye dair çabasını anlattı. “Neden bunla ilgili benim hakkımda fezleke var? Bu ne demek? O günlerde olanlar büyük bir provokasyondu. Orada bizim insanlarımız öldü. Yani kesinlikle kabul etmiyorum. Ben bu fezlekeyle ilgili beyanda bulunmadan bu duruşmadan çıkmayacağım,” dedi. Üç gün boyunca bu fezlekeyle ilgili beyan verdi.
Ama başka bir mahkemede, bu fezlekeyle ilgili ceza almış durumda.
Bu mükerrerlik aslında tabii ama bu itirazımız yargıda karşılık bulmadı. Hatta, orada verdiği ifadenin bu soruşturma dosyasına gönderildiğini daha sonra gördük. Bu arada, o duruşmanın savcısı kim? Artık isim söylüyorum, biz bunu beyanlarımızda da açıkladık, çünkü yargıdaki sürecin sorumlularının ismini söylemek zorunda kalıyoruz. Ankara Savcısı Ahmet Altun. Selahattin Bey’in duruşma savcısıydı, Selahattin Bey bu fezlekeyle ilgili savunma verirken. Duruşma sonrası işi bitmiş olacak ki Kobane soruşturmasının başına tam olarak geçirildi. Aynı savcı, Kobane davasının tüm sürecini, soruşturma-kovuşturma yürüttü. Hatta bir ara HSK kararıyla İzmir’e atandı, o karar durduruldu, geri çevrildi. Yetmedi, yeniden Ankara’da terfi etti. İktidar nezdinde itibar da kazandı. Bu dosyadaki tüm deliller o savcının imzasıyla dosyaya girdi. Muhtemelen tabii bu dosyalar için asla vâkıf olmadığımız, nerede çalıştıklarını bilmediğimiz büyük bir ekip de oluşturuldu. 20 Kasım 2018’de Selahattin Bey’le ilgili AİHM’den ilk ihlal kararı çıktı. 6-8 Ekim’le ilgili de değerlendirme yapmıştı AİHM. Aslında bunun siyasi bir yargılamaya dönüştüğünü, örtülü gizli bir amaç olduğunu, dolayısıyla tutukluluk halinin ihlal oluşturduğuna dair bir karar. Niye kumpas diyoruz? Kumpas buradan başlıyor. Tahliye kararından hemen sonra hatırlarsın, bir propaganda dosyası vardı Selahattin Bey’in. İstinaf 4 yıl 8 aylık cezayı 40 gün içinde onaylarak kesinleştirdi, hızlıca infaza gönderildi. Böylece AİHM kararı gereği tahliye olması gereken Demirtaş’ın kesinleşmiş bu cezası nedeni ile tutuklu olduğu belirtildi. Selahattin Bey’in yargılamasının devam ettiği 19. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Eylül 2019’daki AİHM Büyük Daire duruşmasından önce 2 Eylül 2019 tarihinde tahliye kararı verdi. Amaç bu dosyadan tutuklu olmadığını mahkemeye iletip mahkemenin ihlal kararı vermesinin önüne geçmekti. O arada yattığı süre nedeni ile mahsup işlemleri ile tahliye gündeme geldi.
Sonra bu dosyadan tutuklama kararları geldi. Tutuklu olan Selahattin Bey ile Figen Hanım’a çağrı yapıldı. Hatta bizi çağırmadılar bile, bir avukat arkadaşımız tesadüfen öğrendi. Sabah saatlerinde ikisini çağırıyorlar: “Bir konuda ifadeniz alınacak” diye. Halbuki siyasetçilerin konuşmaları nedeni ile o kadar çok propaganda dosyaları var ki… Her gün diyebilirim bazen Işıl, her gün bir duruşmaya bir sorguya çıkıyorlar. Bu çağrı üzerine, “Ne olduğunu söylemezseniz bir ifade vermeyiz. Avukatlarımız yok, ifade vermeyiz,” diyorlar. Sistemi kapatıyorlar. Biz adliyeye gittik. Savcılık ikisini de sorguya çıkardı. Orada öğrendik. Savcı ifade alamayınca, “ifade vermeyeceğiz” beyanını ifade sayıp, doğrudan tutukluluğa sevk etti. Doğrudan sulh cezaya gitti. Orada da bu soruşturma net olarak ortaya çıkmış oldu. Daha sonra biz Kobane dava dosyasında gördük ki, Eylül 2019 tarihli bir yakalama kararı dosyada unutulmuş. İsim kısımları boş. Tahminimiz şu bizim: O dönem tutuklama kararını alamasalardı, muhtemelen dosyadan bir tutuklama kararı çıkaracaklardı. Bu ikinci tutuklamalarda da uzun süre bu kararı verecek hâkim aradılar adliyede. Hepsi gözümüzün önünde gerçekleşti. Ama siyasetin hızı ile yargının hızının uyuşamadığı anlar oldu. Bazen çok yavaş ilerledi, bazen çok hızlı ilerledi.
O âna kadar ne vardı elimizde?
O âna kadar elimizde TCK md. 214’ten yürüyen, yani 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülen suç işlemeye tahrik suçundan olan bir soruşturmaydı. Bir anda oradaki sorguda TCK md. 302 ile karşılaştık. O da ısrarımız üzerine bilgi alabildik. Hâkimin önünde bir dosya yok aslında. Bir evrak var. Bu soruşturmanın sayısız klasörü var ama elinde sadece bir döküman var. Bu tweet’ten dolayı suçladılar, ikisine de tutuklama çıktı. AİHM Büyük Daire kararı da etkisizleştirilmeye çalışıldı böylece. Eylül 2020’de de diğer siyasetçilere yönelik gözaltılar ve tutuklamalar oldu. Gizlilik/kısıtlılık kararı resmî olarak 2019’da verildi. Dosyayı incelememize yasak getiren gizlilik kararını ben bizzat elimle teslim aldım. “Çünkü dosyada gizlilik yoksa, niye bize dosyayı göstermiyorsunuz?” diye itiraz ettik avukat arkadaşlarla. Israr ettik, “Gizlilik kararı varsa gösterin,” dedik. Hızlıca bir gizlilik kararı evrakı düzenlediler gözümüzün önünde. Hatta tarihi bile yanlıştı, 2018 yazılmış. Dedik ki “Biz 2019’dayız,”; eliyle düzeltti. Öyle bir süreç… İddianame aşamasına kadar zaten hiçbir bilgi alamadık.
İddianame nasıl düzenlendi?
Selahattin Bey’in zaten başvuruları vardı o dönemde. Aralık 2020’ydi, iddianame hazırlandı. 3.500 sayfayı geçen bir iddianame. Hazırlandıktan sonra değerlendirmeye yollandı. 22. Ağır Ceza Mahkemesi, bir haftada iddianameyi kabul etti. Sabahtan akşama kadar duruşmaları olan yoğun bir mahkemeydi. Ama “inceledik tüm evrakları” deyip........
© Birikim
visit website