“Persona, Dogma, Pragma”: Erdoğanizm’in Kurucu Dinamiklerinin Yükselişi ve Düşüşü (I)
31 Mart Seçimleri de gösterdi ki, AKP’nin iktidarının üzerinde yükseldiği üç kurucu dinamik yani “Liderlik, Dava ve Tedarik” mekanizmaları, onarılması güç bir biçimde yara almaya ve oy kaybettirmeye devam ediyor. Yerel seçimlerden altı ay sonra AKP’nin tüm çabası, bu üç bileşenin zafiyetinden kaynaklanan hasarları giderecek ve kendine yeniden siyasi inisiyatif ve liderlik sağlayacak adımlar atmak yönünde. Ancak mevcut gelişmelerin de gösterdiği gibi AKP, Türkiye’yi içine sürüklediği otoriter yolsuzluk rejimini devam ettirebilmek için; samimiyetsiz ve nobran taktiklerle Türkiye’nin demokratik muhalefetini baskılamaya, bölmeye ve manipüle etmeye devam edecek. Bu nedenle de iktidarını elinde tutabilmek için, ‘otoriter muhafazakâr popülizm’ ile ‘despotik sultanizm’ arasında salınan bir siyasal sarkacın tüm enstrümanlarını kullanmaya çalışıyor. Cumhur İttifakı, tüm alt bileşenleri ile birlikte, daha önce görülmedik ölçüde öngörülemez radikallikte söylemler geliştiriyor. Anayasallığının ve demokrasinin hiçbir gereğine ve yerleşik teamülüne uymuyor.
Nitekim CHP ile 31 Mart seçimleri sonrasında başlatılan diyalog ve normalleşme girişimi sonrasında, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘ahmak davası’nda görüldüğü gibi, bir yargı şantajı Demokles’in kılıcı gibi demokratik muhalefetin üstünde sallanmaya devam ederken, ciddiyetsiz gerekçelerle Cumhuriyet Halk Partisi’nin Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atadılar. Daha henüz Ekim ayı içinde, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, PKK lideri Abdullah Öcalan için, silahları bıraktıkları takdirde TBMM’de DEM Parti grubuna dahi gelip konuşabileceğinden ve Öcalan için ‘umut hakkını’ kullandırmaktan bahsediyorken, tam tersi bir tasarrufla Mardin, Bingöl ve Halfeti belediyelerine kayyım atanıyor. Mardin Belediye başkanı Ahmet Türk, “terör” gerekçesiyle görevinden alınıyor. Hem de Ahmet Türk gibi saygın ve ılımlı bir siyasetçi, daha bir hafta önce cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz ile bir araya geldikleri, Şanlıurfa’daki kavgalı aileleri barıştırma töreninden hemen sonra.
Tüm bu hızlanan otoriter keyfilik örnekleri de gösteriyor ki, AKP Türkiye’nin anayasal-bürokratik kurumsallığına ve sosyo-ekonomik dinamiklerine hız kesmeden zarar vermeye devam edecek ve ediyor. Oy ve meşruiyet kaybını durduramadığı her noktada da, AKP topyekûn bir hukuksuzluğa savrulabileceğinin işaretlerini veriyor. Bu da gösteriyor ki AKP, 31 Mart seçimlerinden çıkarması gereken dersleri çıkarmadığı gibi, şark tipi hukuksuzluk ve manipülasyon oyunlarına pervasızca yenilerini ekliyor. Pazarlıkçılık ve otoriterliğin, güler yüzlü böl-yönet söylemlerini ve güdümlü yargı süreçlerini bir arada kullanmanın imkanlarını zorluyor. AKP’nin şimdiye kadar yükselişine katkı sağlamış olan, ancak artık sadece sultanlık rejimlerinde görülebilecek kadar şirazesinden çıkmış kurucu karakteristikleri, onu ve ülkeyi büyük badirelerin eşiğine getiriyor. Erdoğanizmin, sultanist rejimlerdeki kadar otoriter ve şahsileşmiş niteliği, personalist karakteri; köktenci rejimlerde görülebilecek kadar dogmatik vasfı; ve yoz popülist rejimlerde görülebilecek kadar -oportünist- pragmatist eğilimleri eski parlak günlerine dönmenin yollarını arıyor.
Erdoğanizm ve bu dönem itibariyle yaslandığı Cumhur İttifakı, siyasi çoğunluğu yitirip vatandaşlardan aldığı desteği kaybettikçe, Türkiye’yi bir yandan en ataerkil ve otoriter muhafazakarlığın; diğer yandan en mafyatik ve vahşi neo-liberalizmin gölgesinde yönetmeye başladı. Cumhur İttifakı, halk nezdinde zayıfladıkça Türkiye’yi her geçen gün daha çok anayasasız, hukuksuz, bürokrasisiz, üniversitesiz, emekçisiz, kadınsız ve yurttaşsız yönetebileceği akıldışı bir yönetim biçimi icat etmeye çalışıyor. Bu yüzden de, devletin ehliyet ve liyakatle; ekonominin planlama ve verimlilikle; toplumun empati ve etik değerlerle yönetilmesi konusunda uyarıda bulunan demokratik muhalefetin hiçbir önerisine yanaşmıyor. Her geçen gün; keyfilik kuralsızlığı (anomie); kuralsızlık keyfiliği hızlandırıyor. Tıpkı keyfiliğin ve hukuksuzluğun mafyatik ve şiddete yatkın yozlaşmayı; mafyatik yozlaşmanın da kurumsal çürümenin her biçimini beslediği gibi; tüm toplumsal alanlar yasal, akılcı ve ahlaki referanslardan uzaklaşıyor. Bu yüzden son kertede AKP rejimi, sadece Türkiye’nin kurumlarına ve değerlerine zarar verip çürütmekle kalmıyor; kendi siyasetini ve kadrolarını da çürüten bir süreç içinde evriliyor. Her siyasal yozlaşma ve toplumsal çürüme sürecinde olduğu gibi; yoksullaşan, mülksüzleşen ve değersizleşen geniş yurttaş kesimleri desteklerini AKP’den çekiyor.
Gerçekten de, 31 Mart Yerel Seçimleri'nde Cumhuriyet Halk Partisi, 1977 seçimlerinden bu yana ilk kez 8’lik oyla yeniden birinci parti konumuna yükseldiğinde, bu CHP’yi ödüllendiren bir tercihten kaynaklandığı kadar, AKP’yi ve Erdoğan rejimini cezalandıran (14-28 Mayıs 2023 Seçimlerinden bu tarafa ertelene ertelene oldukça birikmiş) bir tepkisellikten de besleniyordu. Dolayısıyla CHP’nin birinci parti konumuna gelişi, bir yandan AKP’nin uzun süredir izlediği yoksullaştırıcı ve baskıcı Makyavelist siyaset biçimlerine duyulan tepkinin bir sonucu olduğu kadar, CHP’ye açılan ‘yenilenme çabalarına’ verilen olumlu geri bildirimin de bir sonucuydu.
31 Mart yerel seçim zaferi, bu açıdan ertelenmiş umudu yeniden kazanma ve demokratik muhalefetin üstüne karabasan gibi çöken karamsarlığı dağıtma imkânı sundu. 2017 Anayasa Referandumu ile, neredeyse tamamen Erdoğan’a göre tasarlanıp, OHAL koşullarında Türkiye’ye dayatılan bu bunaltıcı başkanlık sisteminden (CBHS), ilk kez bu kadar net bir biçimde kurtulma ve iktidar ile muhalefet arasındaki rolleri değiştirme umudu doğmuştu. 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Erdoğanizmin, daha da kurumsallaştıracağı ve demokratik muhalefeti tamamen baskılayacağı kaygısı, 31 Mart’ı izleyen günlerde kısmen ortadan kalktığı gibi; siyasi rollerin artık değiştiği inancı da muhalefet seçkinleri ve seçmenleri üzerinde hissedilmeye başlanmıştı. Muhalefete yapışan yenilmişlik psikolojisi atıldığı ölçüde, karamsarlık havası da dağılmaya başlamıştı.
Sorguya yer bırakmayacak şekilde 31 Mart sonrasında açıkça görülen şuydu: Erdoğan’ın adayları, seçim stratejisi ve AKP’nin seçim makinası dramatik bir biçimde yenilmişti. Bu yenilgi, tarihi ve derin bir yenilgiydi. Ancak aynı şey, Erdoğanizm için de doğru muydu? Erdoğanizmin gölgesinde inşası süren yarı-resmi nitelik kazanmış rejimi ve onun Makyavelist iktidar makinası için de doğru muydu? Yani bir diğer deyişle Erdoğanizmin, temsil ve tarif ettiği sosyal hareketin a) liderlik personası, b) ideolojik değerler sistemi ve dava dogması, ve c) hareketin kendi alt-sınıfları kadar, oligarşikleşen üst-sınıfları için de ürettiği bölüşüm pragmatizmi için de söylenebilir miydi? Bir diğer deyişle, Erdoğan ve seçim stratejisi yenilmişti, ancak Erdoğanizm ve Cumhur İttifakının sırtını yasladığı rejim ve onun bileşenleri de yenilmiş miydi? Özellikle İslamcılığın farklı siyasi tonlarının ve farklı ideolojik sentezlerinin varlığı düşünüldüğünde, bu seçim yenilgisinin; AKP’nin devlet bürokrasisinde, ticaret-sanayi dünyasında, sivil toplum örgütlerinde, taşra akademisinde ve havuz medyasında otomatik dağılma sürecini tetikleyeceği söylenebilir miydi?
Şüphesiz bu ve benzeri sorular, 31 Mart seçimlerinden sonraki süreçte hissedilen, düşünülen, telaffuz ya da tarif edilmeye çalışılan sorular olarak karşımızda duruyor. Erdoğanizmin ve onun dönemsel ittifakı Cumhur İttifakının, 31 Mart seçimleri sonrasında giriştikleri “yeniden zaman kazanma, iç farklılıkları ortadan kaldırma ve rakibin insicamını ve iş birliği imkânlarını bozma” taktikleri göz önünde bulundurulduğunda, bu sorulara verilen cevaplar gün geçtikçe değişebiliyor. Görece açık olan ise, Erdoğanizmin üzerinde yükseldiği personalist, dogmatik ve pragmatik kurucu mekanizmaların dönemsel olarak ciddi bir duraklama ve gerileme içerisine girmekle birlikte; tam da bu nedenle, Cumhur İttifakı'nın tüm bileşenlerinin Erdoğanizmi, ayakta tutacak arayışlarına büyük hız verdikleridir.
2023 Erken Kutlama Dejavu’sunu Yeniden Yaşamamak
Yukarıdaki sorularla bağlantılı olarak belki de, demokratik muhalefetin geçmişe kıyasla daha temkinli olduğunu, en azından bu konuda kendini dizginlediğini söylemek gerekir. Zira Erdoğanizm ile birlikte Türkiye’de yerleştirilen partizan kadrolar, dönüştürülen kurumlar ve sisteme monte edilen enformel ağlar sayesinde, yeni siyasal konjonktürlere uyumlanma veya örtük muhalefete geçme noktasında beceri ve motivasyona........
© Birikim
visit website