menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kuyu tipi

41 65
09.10.2025

"Yeni Türkiye" söylemiyle inşa edilmek istenen otoriter rejimin en karanlık yansımalarından biri, hukuk dışı uygulamaların kurumsallaşması olarak karşımıza çıkıyor. Bu kurumsallaşmanın en çıplak görünümlerinden biri ise kuyu tipi olarak bilinen yeni nesil tecrit hapishaneleri. Geçmişte "tabutluk", "hücre tipi", "F Tipi" gibi isimlerle anılan insanlık dışı uygulamaların bir devamı olan bu sistem, bugün daha sistematik, izole ve görünmez bir baskı mekanizması olarak bir süredir gündemde. Yalnızca hükümlüler değil, iddianamesi bile yazılmamış, hüküm giymemiş tutuklular — özellikle muhalif siyasiler, gazeteciler, düşünce insanları — "tehlikeli" damgasıyla bu karanlık çukurlara atılıyor.

Türkiye’de darbe dönemleri, düşünce suçları, siyasi tutsaklar tarihine baktığımızda "tecrit" uygulaması yeni değil. Özellikle 1980 darbesinden sonra yaygınlaşan tabutluklar, adını mahkûmların içine sığmakta zorlandığı, mezar boyutundaki hücrelerden alıyordu. Bir işkence örneği olan sistemin amacı, mahkûmları tecritten de öte bir baskıyla hem fiziki olarak hem de ruhen çökertmekti. 1990’larda hücre tipi cezaevleri yaygınlaştırıldı. Ardından 2000'li yılların başında F Tipi cezaevleri devreye girdi. Devlet, bu yeni cezaevlerini "modernizasyon" ve "güvenlik" gerekçesiyle savundu. Ancak sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları ve tutuklu yakınları bu uygulamaların aslında bireyleri yalnızlaştırma, sosyal ilişkilerini kesme, kişiliklerini zayıflatma ve teslim alma politikası olduğunu vurgulayarak uygulamanın yanlışlığına ve vicdansızlığına dikkat çektiler. Bu uygulamanın insan haklarına aykırı olduğunu haykırdılar. Mahkûmların direniş ve isyanı da ne yazık ki sayısı 10.000’lere varan güvenlik güçlerinin olağanüstü ve acımasız müdahalesiyle ülkemiz tarihinin utanç kayıtları arasına yerleşti. 30 kişi öldü, sayısız tutsak ömür boyu taşınacak sakatlıklar ve travma yanında elbette aileleri ve sevenlerine uzanan geniş ve onulmaz bir mağduriyetle baş başa bırakıldı. Bu sürecin ardından zaman içinde verilen yanlış bilgiler, yetki aşımları, görev kalkanıyla korunan ve cezasızlıkla ödüllendirilen nefret suçluları deşifre oldu. 2000 yılında 19 Aralık’ta düzenlenen "Hayata Dönüş Operasyonu", F Tipi cezaevlerine geçiş sürecinde yaşanan en acı ve kanlı örneklerden biriydi.

“Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)

Bütün belleğimdekileri yok ettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.

Adımdan gayrısını bilmiyorum.”

Ahmet Telli “Su Çürüdü” der bir bölümünü alıntıladığım bu........

© Birgün