Kırmızı kartı okumak
Siyasi ve sosyal olayları, hatta günlük yaşadığımız durumları yorumlamak için, sık sık spor dünyasından, özellikle de futbol aleminden analojilere başvururuz.
Örneğin “cuk” diye oturan bir sözü veya bir demeci tanımlamak için “Tam doksana taktı” cümlesini kurarız.
Çok zor durumda kalan birinin halini tarif etmek için “Fena halde ofsayta düşmüş” deriz.
Sert ve giderek kavgaya dönüşen bir tartışmayı, en güzel “Bu maç karakolda biter abi...” cümlesiyle tarif etmez miyiz?
Zaman zaman futbol statlarında duyulan centilmenlik dışı ya da “umumi ahlâka mugayir” tezahürattan bile yardım umarız: “Şöyle böyle diye tarif ettiniz bizi, nasıl da mahcup ettik sizi...” (Orijinal hali tam olarak böyle değil tabii. Bilen bilir. Ama buraya öyle yazamam)
Futbol analojilerinin belki de en yaygın kullanılanı ise şu mâhut “Sarı kart - kırmızı kart” benzetmesidir.
Son yerel seçim sonrasında da hemen her gün bu “kart” analojisine başvuruyoruz.
31 Mart seçimlerinden tam 5 gün sonra bu köşede yazdığım “Sarı mı kırmızı mı?” başlıklı yorumda*, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in değerlendirmesinin aksine, seçmenin iktidara “Sarı değil kırmızı kart gösterdiğini” yani, “Eğer genel seçime kadar bu uyarılarımızı dinlemezsen o gün (2028) kartın rengini kırmızıyı döndürürüz” demediğini, bugünden tezi yok “Türkiye’nin yeni bir iktidara ihtiyacı olduğunu söylediğini” yazmıştım.
Buna gerekçe olarak da, “Bu iktidarın şurada 3 - 5 gün ya da 3 - 5 yıldır değil, tam 22 yıldır işbaşında olduğunu, ülkeyi her anlamda yaşanamaz bir yer haline getirdiğini, bunun da artık 4 - 5 yıl değil, 4 - 5 saniye bile daha tahammül edilebilir olmadığını” hatırlatmıştım.
CHP Genel Başkanı Sayın........
© Birgün
visit website