Evcil(l)ik oyunları
İnsanlık tarihi, doğayı evcilleştirme tarihi olarak da okunabilir. Avcı-toplayıcı topluluklardan tarım toplumuna geçişle birlikte bu ‘evcilleştirme’nin doğası da belirginleşmiştir: Erkekler tarafından yönetilen bir mülkiyet savaşımı. “Şu çitlerle sahiplendiğim ‘doğa ana’, bundan sonra benim istediğim şeyleri, benim istediğim şekilde ve benim istediğim kadar doğuracak.” Doğa anayı zaptetmek zordur tabii, ‘hırçın ve kaprisli’dir.
Doğa ana’yla birlikte, insan ana da kontrol altına alınır. Bir zamanlar türün devamı önemliyken, bu yüzden çocuklar tüm topluluğun çocukları sayılırken, artık soyun devamı önemlidir. Çocuklar ve kadınlar sahiplik ekiyle tanımlanır hale gelir: Benim kadınım, benim çocuğum.
Mülkiyet ve aile olguları doğarken, toplumların din anlayışı da ona göre biçimlenir. Artık tanrıların da aileleri vardır. Bir baba tanrı, anne tanrı, çocukları, kardeşleri. Erkek-egemen yapının kurumsallaşma sürecinin izlerini doğrudan dinsel mitolojiden okuyabiliriz. Baba/erkek tanrının ne yaparsa yapsın haklı ve suçsuz olduğu, haddini bilmeyen kadın/anne tanrının sürekli ortalığı karıştırdığı bu hikâyeler, eril gücün sınırları belirsizleşirken dişil gücün sınırlarının ev ile belirlenmesini de gösterir. Koskoca Yunan mitolojisindeki öykülerin tamamına yakını, Hera’nın kıskançlık krizlerinden, kocasından gizli çevirdiği dalaverelerden kaynaklanır.
Tanrı ailelerinden tek-tanrılı (İbrahimi) dinlere geçerken kadın artık şeytanın işbirlikçisine dönüşür. Kolayca aldatılabilen bu akılsız ve ahlaksız yaratık, erkekleri yoldan çıkarma (baba’nın yasasını çiğnetme) komplolarında şeytanın başyardımcısıdır artık. Bu yüzden, kadın olmasaydı ‘cennet’ yaşamını........
© Birgün
visit website