Antakya yeniden yeşerecek
Antakya’da, Türkiye Psikiyatri Derneği(mizin) konteyner görüşme odasındayım. Nisan ayındayız. 6 Şubat’ın üzerinden henüz iki ay geçmiş. Türkiye psikiyatrisinin meslek derneği depremden 48 saat sonra bölgeye ulaşmış. Yıkılan şehirlerin tümünde derneğin organizasyonu altında gönüllü psikiyatrlar çalışıyorlar. Türk Tabipleri Birliği(mizin) küçük bir parka yerleştirdiği birkaç konteynerden biri de bize ait. İkiye bölünmüş konteynerin bir yanında insanlarla görüşüyor, “psikososyal destek” uyguluyoruz; diğer yanında iki ranza var. Gecenin bir vakti, kapı açılıyor ve dağ köylerine yardım götüren Eğitim-Sen’li bir öğretmen yavaşça kıvrılıyor boş yatağa. Pestili çıkmış olmalı. Sabah karşılaşmıştık. İstanbul’dan yıllık izin alarak gelmiş. Köylerdeki çocuklara açık hava dersleri düzenleyen gönüllü öğretmenlerden biri. Hayat devam ediyor, etmeli hissini aşılamaya çalışıyorlar.
Konteyner görüşme odasında karşımda bir kadın var. Adı, Antakya olsun. 50’li yaşlarında. Eşi kanser hastasıymış. Kız kardeşi ve kocası ölmüş ilk depremde. Onlardan kalan 15 yaşındaki yeğeni, annesi, teyzesi ve kanserli kocasıyla enkazın yanına kurabildikleri, zemini toprak bir çadırda barınıyorlar. “Devletin” çadırına erişememişler. Kocasının kemoterapi ilaçlarını bulabilmek için geldiği TTB alanında kapıda psikiyatri yazısını görünce görüşmeye karar vermiş. Depremden önce kocasını götürdüğü için biliyor psikiyatriyi. Sonradan öğreniyorum hikâyesini ama başlangıçta susuyor.
Karşımda oturuyor. İlk cümleyi benim söylememi beklediğini anlıyorum. Anlıyor muyum? Anlıyor muyuz? Paylaşmak; belki acıyı, ıstırabı paylaşmak mümkün. Ülkece paylaştık da. Elinden geleni yapmaya çalıştı memleketin “iyi insanları”. Dayanışma, dalga dalga yayıldı enkaz coğrafyasına ve elbet çok ama çok değerliydi. Ama anlamak?
Antakya, susmuş oturuyor karşımda. Bakışı gözlerimde değil, yüzümün yanından geçip gidiyor. Bazı suskunluklar vardır çağırır seni, hakikate çağırır. Yardım arayan bir suskunluk değildir. Söyleyeceğin sözü bekliyorum, sözün yetecek mi suskunluğudur. Sözün ne söyleyecek bana ve beni duyabildiğini kanıtlayacak mı? Susuyoruz karşılıklı. Mesleğin kuramı sus der psikiyatra, sessizce bekleyerek konuşmaya davet et. Sözünle onu bir söyleme düzenine çağırma, bırak bildiğince kursun kendi sözünü. Ama örselenmiş dilsizdir. O zamana kadar bildiği dil yaşadıklarının hissettirdiklerini söze dökmeye imkân vermez. O da yabancıdır sözün anlamına. Yeni bir dil bulmak zorundadır. O da kendini duymaya gereksiniyordur. Ruhunun içine dolan anlamlandıramadığını, nasıl dile getireceğini bilemediğini ona birisi söylesin istiyordur. Bana bir dil ver! Çünkü........
© Birgün
visit website