Delirmek işten değil
Karaköy’de bir kafedeyim, karşımda eski şehrin silüeti, kulaklarımda şehrin uğultusu, Sait Faik’in deyişiyle “müthiş bir birikim mahsulü olan ses”. Ve bu sese, yine müthiş bir birikimin mahsulü olan manzara eşlik ediyor. Sadece şehir mi? Bedenler de öyle, doğanın biriktirdiklerine eklemlenmiş toplumsal birikimler. Uzun gölgelerini peşlerinde sürükleyerek önümden geçenler, acaba ne tür birikimlerin eseri? Manzara, üst üste yığılmış birikimlerden oluşuyor, sessizce kayıp gözden kaybolanlar, bir başkasının manzarasına girdiklerinde o bir başkasının manzarasındaki birikimlere dönüşecekler. Yandaki masada oturan deli durmadan konuşuyor ama fısıldayarak konuşuyor. Yoksa deliler de düşüncelerini yüksek sesle dışa vurmamayı mı öğrendiler? Kulak kesiliyorum fakat ne dediğini anlamakta zorlanıyorum. Delinin içinde çok şey birikmiş olmalı, fısıldamaları tüm şiddetiyle kesintisiz devam ediyor. Fısıltıları o kadar güçlü ki uğultunun içinden sıyrılıp tekil bir sese dönüştükçe şehrin uğultusunu bastırmaya yetiyor. Sessizce manzaraya giren ve kayıp gidenlerin sükûnetine aldanmayın, içlerinde kim bilir ne kıyametler kopuyordur. Her beden aynı anda hem kendi içindeki hem şehrin uğultusundaki tekil sesleri ayırt etmekle meşgul olabilir. Bedenler hem müthiş bir birikimin mahsulü hem müthiş birikim onların eseri. İç ve dış sesler birbirine karıştıkça tekil sesleri ayırt etmek zorlaşıyor. Deli aralıksız kendi kendine konuşmaya........
© Birgün
visit website