Hatırlamanın yükü, unutmanın erdemi
Mahmut Yıldız yetmişli yaşları geçmişti, ben otuzlar içindeydim, ağustos böcekleri saygıyla ötüyordu, kuru bir dere içindeydik, toprak kırmızıydı, bizim köyün toprağına benziyordu. Çok uzakta bir köpek havlıyordu. O, elini yukarılara uzattı, işte oradan getirmişler, burada çömelmişler, sonra…
İnsanın ömrü üç periyoda ayrılırmış, çocukluk, gençlik, yaşlılık. Mahmut dede artık yaşlılığın arifesindeydi, çünkü sene iki bin yirmi dört ve Berlin’de yaşıyor, yalnıza başına, yaşı doksanların sonunda artık.
Beni Zuğur Deresi’ne neden getirdiğini anlamadım ilk başta. Meğerse bir yer tarifi değilmiş amacı, beni –bizden öncekilerden de evvel- bir çağa götürmek istiyormuş. Onun henüz kundakta, ninem Heyzan’ın babam Sey Bakıl’a gebe olduğu çağa.
Bir taşın üstüne oturdu, sigarasını yaktı –kederlendiğinde hep böyle yapar-, gözlüğünü düzeltti ve yavaşça Zuğur’da olanları anlatmaya başladı. Sanki normal bir olayı anlatıyordu ve kendi kendine konuşuyordu -sesi zor çıkıyordu- sesinden kederli bir mesele anlatacağı hissediliyordu. Bir felaketi sükûnetle,........
© Birgün
visit website