Edebiyat kulvar değiştirdiğinde
Türk edebiyatı romanı, şiiri, denemesi, anlatısı ile bir bütün olarak inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bu durum Marx’ın ünlü saptamasını haklı çıkaracak bir gelişmeye denk düşer. “İnsanların varlıklarını belirleyen şey bilinçleri değildir; aksine onların bilinçlerini belirleyen şey toplumsal varlıklarıdır.” Bu cümlenin katı bir şekilde anlaşılması, bilinçli eylemi her zaman hiçe sayan bir vurguyla yinelenmesi yanıltıcı olabilir. Bilincin ya da daha genel söyleyelim ideolojinin toplumsal ilişkiler üzerinde büyük etkisi vardır. Öyle olmadığı varsayılırsa sınıf mücadelelerinin de devrimci eylemin de hiçbir anlamı kalmayacaktır. Türk edebiyatı söz konusu olduğunda da bilinci toplumsal varlıkların belirlediği tezi ile bilincin de ilişkiler üzerinde etkin olabileceği, olduğu tezi birbirini etkisizleştirmez, tam tersine bütünler. Ünlü 11. Tez de bu gerçeğin bir başka ifadesidir. Orada da dünyayı yalnızca yorumlamakla yetinilemeyeceği, sorunun dünyayı değiştirmek olduğu vurgulanır. Bir başka önemli saptama da insanların tarihlerini verili koşullar altında yaptıkları saptamasıdır. Burada hem verili koşullara hem de değişimi gerçekleştirmesi beklenen özne olarak insana, konumuzun da öznesi olan sanatçıya, edebiyatçıya atıfta bulunabiliriz. Türk edebiyatının durumu da bu ikili duruma uygundur. Metin Çulhaoğlu Aydını tanımlarken “aydının toplumda bir düzen, yerleşiklik, oturmuşluk ve akılcılık” aradığını yazmıştı (Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, YGS Yayınları, s. 27). Bu saptama edebiyatçılar için de geçerli olmalı. Ama aydın ya da edebiyatçı yine Çulhaoğlu’nun dediği gibi ne kendisine içkin bir dinamizmle ne de kovuğuna çekilmiş halinin değişmezliği ile tanımlanabiliyor.
Sınıf mücadelesi nereye gitti?
Eserini ve eylemli varlığını değerlendirmeye çalışırken onun eserini nasıl ortaya çıkardığından çok, neyi yansıttığına bakmak edebiyatçının tarihsel konumunu anlamamızı kolaylaştırır. Kuşkusuz ortaya çıkan edebiyat, ilk başta belirtilen genel çerçevenin dışına çıkamayacak, toplumsal iniş çıkışlarla paralellik gösterecektir. Yine de bir bütün olarak gelişmeye bakıldığında edebiyatçının, sanatçının olumsuz gelişmeler karşısında hızla kendini duruma uydurduğunu söylemek de haksızlık olur. Hızla değil ama sonuçta sisteme, rejime ayak uydurma, sessizliği seçme, geri çekilişin üstünü örtecek ideolojik çıkışların peşine düşmek ağır basacaktır. Cumhuriyet dönemi edebiyatı bu tür eğilip bükülmelerin tarihidir. Öncelikle belirtmekte yarar var.........
© Birgün
visit website