Acelemiz yok...
Sabahın erken bir saati. Balıkçılar kahvesinde denize açılmak için Kungfu Hikmet’i bekliyorum. Onu beklerken geçen zamanı düşünüyorum. YKY’den çıkan Helene L’Heuillet’in ‘Gecikmeye Övgü’ kitabını okumuştum yenilerde. Şöyle diyordu kitapta: “Aslında zaman artık yok. Geçmişin bir boyutu değil yalnızca, o artık geçmişte kaldı. Onu kaybettik.” Beklemek ve geç kalma sözcükleri bazı kültürlerde yok, örneğin Kızılderililerde. Cemal Süreya’nın “Beklemek gövde kazanması zamanın” dizesi geliyor aklıma, artık o gövde yok, çünkü kimsenin artık hiçbir şeye hiç vakti yok, çünkü herkes her şeye geç kalmış gibi hissediyor. L’Heuillet de bunun nedenlerinden bahsetmiş denemelerinde. İşi başından aşkın insanlar da, can sıkıntısı çekenler de, tatilini nasıl geçireceğini bilemeyenler de, herkes ama herkes için zaman kaçırılan, yakalanması gereken, öldürülen ya da nefret edilen bir şeye dönüştü.
Eskiden böyle olmadığını kendimden biliyorum. Yeni kuşakların anlamayacağı bir şeydi insanın zamanla ilişkisi. Bir yaz günü Marmara Adası’ndaki bir çay bahçesinde şair bir arkadaşımla aynı masada dokuz saat hiçbir şey yapmadan oturup,........
© Birgün
visit website