menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hafızayı nakışla yeniden canlandırmak

12 4
02.11.2024

Sanatçı Damla Sandal, nakış ile fotoğrafları birleştirerek toplumsal hafızaya yeni bir ifade kazandırıyor.

Sandal, özellikle kadınların ve queerlerin yaşantılarını toplumsal hafıza ve cinsiyet meseleleri üzerinden ele alarak, geleneksel nakış tekniklerini feminist bir yaklaşımla yeniden yorumluyor.

Geçmişin sessiz ama güçlü sembolik anlatımlarını bugünün toplumsal sorunlarıyla harmanlayan bu süreç, sanatçı için aynı zamanda bir direniş zeminine ve dayanışma pratiklerine olanak tanıyor.

Damla Sandal ile işlerini, işlerinin kadın ve queerlerin tarihi açısından önemini ve toplumsal hafızaya etkisini konuştuk.

Fotoğraflara nakış işleme fikri nasıl ortaya çıktı?

Kent ve hafızayla ilgili çalışmalar yaparken, geçmişte yaşanmış hikâyeleri araştırmak ve bu hikâyeleri aktarmak, zaman içerisinde benim için daha ilgi çekici ve heyecan verici hale geldi. Yaklaşık altı yıldır eski (genelde siyah-beyaz) fotoğrafları işliyorum. Bu fotoğrafları nakışlayarak toplumsal cinsiyet ve insan hakları meselelerine dikkat çekmeye, aynı zamanda kendi duygu ve deneyimlerimi de ifade etmeye çalışıyorum.

Nakışa henüz başlamadığım ama elimdeki fotoğrafları nakışlayarak değerlendirmeyi düşündüğüm dönem, bir arkadaşımdan bu hevesime dair görüş almak istemiştim. Bu yöntemin çok geleneksel olduğunu söylemişti. Ne yani, nakış mı yapacaktım? (gülüyor). Nakış çok geleneksel bir iş olduğu ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden düşünüldüğü için çok fazla önyargıya mahkûm. Sonra kendimi nakış yapma konusunda durduramadığımı fark ettim. Sadece evde vakit geçiren kadınlarla özdeşleştirilen bu işi alıp bir tür yapı bozumuna uğrattığımı düşünüyorum. Bence zaten özellikle dantel, nakış, kanaviçe gibi üretim alanlarıyla aile, toplumsal bellek, toplumsal cinsiyet gibi meseleler birbirini kesiyor.

Nasıl bir önyargı bu?

Nakış, tarihte geleneksel olarak kadınlara atfedilen bir ifade biçimi; ben de onu bugünün toplumsal dertlerini dile getirmek için bir araç olarak kullanıyorum. Tarih boyunca kadınlar, el işçiliğiyle dolu sanatlar üzerinden kendilerini ifade etmek zorunda kaldılar. Tabii ki el işçiliği derken burada bronz heykeller oymaktan bahsetmiyorum. Narin ellerimiz için hafif materyaller… İğne, iplik… Böyle olunca da kadınlar doğrudan konuşamadıkları, kendilerini açıkça ifade edemedikleri zamanlarda, halılar, danteller ve nakışlar aracılığıyla düşüncelerini ve duygularını dışa vurmuşlar. Örneğin o çok beğendiğimiz kilim motiflerinin her biri özel anlamlar taşıyan sembollerle dolu.

Bir de iğne ile ipliğin terapötik bir yanı var. Bir ters bir düz kaptırıp giderken dertleri de yan yana dizmek mümkün. Edebiyatta kadın yazarların dikiş ve nakış ile ya da örgü ile eve kapatılmışlık arasında kurduğu benzerlik de buna bir örnek. Kadının iğneyle kurduğu ilişki nasıl sembollerle dolu ise kalemle kurduğu ilişki de öyle. Edebiyat ve semboller deyince en çarpıcı kitaplardan biri Gamze Arslan’ın “Kanayak” kitabıdır benim için. Ama Charlotte Bronte'nin Jane Eyre’i, Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kağıdı”... Semboller üzerinden tekrar okunduğunda yazıldıkları dönemin kadın yaşantısına dair çok şey anlatıyorlar.

Örgüye, nakışa, işlemeye olan ilgimi kabul edip bunu dert edindiğim meselelerle........

© Bianet


Get it on Google Play