menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dört başak ve bir halk

11 1
16.12.2025

Bu yıl, 7-14 Aralık’ta düzenlenen 3. Amed Film Festivali’nde en sık duyduğum cümle şuydu: “Ben bu filmin yönetmenle soru-cevap kısmını çok merak ediyorum!”

Diyarbakır’da film izlemek, çoğu zaman yalnızca bir sinema deneyimi değil; kolektif bir düşünme ve yüzleşme pratiğine dönüşüyor. Bu cümle de yalnızca filmlere duyulan merakı değil; anlatılan hikâyelerin, izleyicinin hayatına, belleğine ve politik sezgisine temas ettiğini gösteriyor.

Film festivalini yerinde takip edebilme imkânı bulan –bence şanslı– azınlıktanım. Dün akşam düzenlenen ödül töreniyle sona eren festivalle ilgili haberlerde, ben de diğer meslektaşlarım gibi “sekiz yıl aradan sonra” yeniden düzenlenebilmiş olmasına özellikle vurgu yaptım. Çünkü bu vurgu, basit bir zaman aralığını değil; kayyım rejimiyle kesintiye uğratılan kamusal hayatın, kültürel hafızanın ve kolektif üretim biçimlerinin yeniden kurulma çabasını anlatıyor.

Kayyım olmadan, halkın seçtiği yerel yönetimlerin ev sahipliğindeki bir film festivalinin nasıl bir atmosfere sahip olabileceğini ilk kez bu kadar somut biçimde deneyimledim. Yerel yönetim, kentte yalnızca lojistik bir destekçi değil; kentin entelektüel, kültürel ve politik damarını besleyen bir özne olarak konumlanıyor.

Diğer kentlerde katıldığım festivallerde, organizatörlerin yoğun emeği dışında, yerel yönetimlerin halkla kurduğu ilişkiye ne yazık ki pek tanıklık edemiyoruz. Bilet fiyatlarından, mekânların erişilebilirliğine, festival zamanı kentin gerçekten başka bir kamusal ruha bürünüp bürünmediğine kadar pek çok başlık havada asılı kalıyor. Festival, çoğu zaman kentin içinde ama kentten kopuk bir “etkinlik” olarak var oluyor.

Diyarbakır’da ise neredeyse bunun tam tersi bir deneyim yaşadım. Diyarbakır’ın tarihsel olarak taşıdığı yük, festival boyunca yalnızca söylemlerde değil, gündelik pratiklerde de hissedildi. Sur ve Ofis hattında yoğunlaşan deneyimde, sinemanın sokakla, gündelik hayatla, hafızayla kurduğu ilişki çok daha görünürdü. Bir tartışma sırasında bir arkadaşımın “Orta yaştan halkın katılımı çok yok,” iddiasına da bu nedenle katılamıyorum; çünkü özellikle hafta sonu çocuklarını alıp gelen, salonları dolduran başka bir izleyici profili de vardı. Belki burada bir parantez açılabilir: Önümüzdeki yıllarda çocuklara da hitap eden filmlerin programa eklenmesi, bu çok katmanlı izleyici yapısını daha da güçlendirebilir.

Festivalde Kürtçenin parlayışı, benim için en kıymetli başlıklardan biriydi. Arkadaş sohbetleri dışında neredeyse Türkçe konuşulduğuna tanık olmadım. Kürtçeyi çok az anlayabilen ama konuşamayanlar olarak, İran ve Irak’tan gelen Kürt yönetmenlerle de zaman zaman İngilizce üzerinden iletişim kurduk. Bu çok dillilik hâli, parçalanmış coğrafyaların ve zorla bölünmüş dillerin ortak bir zeminde yeniden buluşma çabasını temsil ediyordu.

Yönetmen ve oyuncular, Diyarbakır izleyicisinin zaman zaman sertleşen politik sorularına, birkaç istisna dışında son derece mütevazı ve açık yanıtlar verdiler. Film aralarında, yemek masalarında yönetmenlerin yanımıza gelip “Filmi nasıl buldunuz, ne eksik kaldı?” diye sorması ise ne yazık ki Türkiye sinemasında pek alışık olmadığımız bir tablo. Keza yönetmenlerin, aradan altı-yedi yıl geçmiş olsa bile filmlerine ilk günkü gibi sahip çıkmaları, sinemayı bir kariyer basamağından ziyade politik ve etik bir sorumluluk alanı olarak gördüklerini düşündürüyor.

Festival boyunca izlediğim filmler arasında; bir somon balığının okyanustan tatlı suya geçerken yaşadığı sancıdan, bir IŞİD’linin nitelikli cinsel saldırısına maruz kalan genç bir Êzidî kadının mücadelesine, “örgüte yardım” ettiği iddiasıyla bir çuval toz şeker yüzünden öldürülen bir babanın hikâyesine kadar pek çok anlatı vardı. Filmler, bireysel trajedilerin ötesine geçerek devlet şiddetini, sınır rejimlerini, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve ekolojik tahribatları görünür kıldı.

Dünyanın dört bir yanından filmlerin yer aldığı festivalin belki de en çarpıcı yönlerinden biri, farklı ülkelerde yaşayan Kürt yönetmen ve oyuncuların birbirleriyle sanki yıllardır yan yana üretim........

© Bianet