menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

4 de 5 de olmasın!

5 1
13.11.2025

Dönemin AKP Genel Başkanı ve Başbakanı Recep T. Erdoğan’dan 2008 yılının ilk aylarından itibaren “Doğura bildiğiniz kadar doğurun. Çocuğu veren rızkını da verir…” açıklamasını duymaya başlamıştık. Ancak, 26 Haziran 2012 tarihinde, Roboski Katliamı’nın üzerinden beş ay bile geçmemişken, çarpıcı bir açıklama daha yapmıştı: “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok. Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum… Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız. Bu milletin çoğalması için asla bu oyunlara prim vermemeliyiz…” Bu ve benzer içerikteki cümleler, önceki yazılı ve görsel basında yer alan diğerleri gibi, taraftar bulurken, daha çok tepki aldı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın hafta sonu, 9 Kasım 2025 tarihinde de “Aile, bizim medeniyetimizin köküdür, değerlerimizin taşıyıcısıdır, bizi biz yapan en kutsal müessesedir. Aile meselesi bizim için çok önemli bir konudur. Nasıl ülkemizin güvenliği için … ailelerimizi korumak zorundayız. Bunun için de biz LGBT gibi sapkınlıklara asla imkân vermeyiz. Aile kurumu güçlü olan kuvvet kazanır. Nüfus artış hızında şu anda maalesef 1,7’deyiz. Bu bir intihardır. Bunu çözmemiz lazım. Türkiye’nin nüfus artış hızının böyle bir konuma gelmesi hazmedilemez. Boşuna en az 3 çocuk demiyoruz. Niye en az 4 çocuk olmasın, 5 olmasın? Bunu hızlandıralım ve ülkemiz inşallah nüfusumuzun artış hızının yükselmesiyle geleceğe çok daha güçlü bir şekilde ilerleyecektir,” açıklamasını yaptığını basın aracılığıyla öğrendik.

Bu açıklamaların ilki, muhalefet partileri ve muhaliflerin büyük çoğunluğu tarafından o tarihlerde İslami değer ve yaşam biçiminin yaygınlaştırılması amacını taşıdığı şeklinde değerlendirilmiş ve bu çerçevede tepki gösterilmişti. Günümüzde ise ‘Aile Yılı’ etkinlikleri ve ‘kutsal aile’ söylemleriyle LGBTİ ’lara karşıtlık olarak ifade ediliyor. Tabii ki bu gerekçeleri doğrudan reddetmek ne mümkün ne de gerekli. Fakat, sadece bunlarla yetinmek açıklamanın gerçek hedefini ve kadınlar, bebekler, çocuklar başta olmak üzere toplumun ödeyeceği bedelleri görememek olur.

Türkiye’de Temmuz 2007 genel seçimlerinden günümüze, pek çok alanda geriye-tersine dönüşümlerin yaşandığına tanık oluyoruz. Ancak, bütün bunlar esas olarak Türkiye’nin içine yönelik politikalar olarak açıklanamayacak ölçüde ülkenin her seferinde dünya kapitalist sistemine daha fazla entegre olmasını hedefliyor. Yukarıda alıntıladığımız her üç konuşmada da esas hedefin nüfus politikaları olduğu görülmelidir. Bu ifadelerin ilki Türkiye’de 2008 yılından itibaren nüfusun azaltılmasına yönelik (antinatalist) nüfus politikalarının terk edilip, yerine nüfusun artırılmasına yönelik (pronatalist) nüfus politikalarının uygulanmak istendiğinin ilk habercisiydi. Fiili olarak yıllardır uygulanmasına karşın, bu durum 25 Aralık 2024 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde kurulan “Nüfus Politikaları Kurulu” ve bu Kurul’un yetkilendirildiği görevlerle resmiyet kazanmış oldu.

Çok sayıda bilimsel araştırmayla, annenin doğurganlık örüntüsü ile bebek ve çocuklarının hayatta kalma olasılıkları arasında ilişki olduğu ortaya konmuştur. Bu bulgulardan birisi, anneleri daha önce çok sayıda doğum yapmış olan bebek ve çocukların daha yüksek ölüm riskine maruz kaldıklarıdır. Yüksek doğum sırası, annelerin üç doğum yaptıktan sonra doğan bebekleri için kullanılmaktadır. Bir diğer bilgi ise ilk doğumlar arasında ölüm hızlarının daha sonraki doğumlara oranla daha yüksek olma olasılığıdır. Bununla birlikte, bu doğumların kaçınılabilecek doğumlar olmadığı da bilinmektedir. O nedenle, konuyla ilgili çalışmalar kaçınılabilecek doğumları konu almakta ve bu alanda yaşananları ortaya koyup, bunlar engellenebildiğinde toplumun kazanacakları üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Çok doğumun (dört ve üzeri) bebek ölümleriyle ilişkisi uzun yıllar boyunca Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları kapsamında da sorgulanmıştır. 1968-2018 yılları arasında her beş yılda bir Türkiye’yi temsil eden örnekler üzerinden gerçekleştirilen bu araştırmalarla yıllardır ulaşılan bilgilere göre, annenin ikinci-üçüncü doğumu ile dördüncü ve daha sonrası doğumları arasında bebeklerin ölme riski yönünden farklılık olduğu ve doğum sırası artıkça bebeğin birinci doğum gününü göremeden ölme riskinin de arttığı görülmüştür.

Dünyada üreme sağlığı hizmetlerinde karşılanmamış gereksinimlerin azaltılmasına yönelik çalışmalar ve düzenlemeler her ülkede benzer olmasa da yaygın olarak uygulanmaktadır. Buna karşın, AKP hükümetleri döneminde özellikle aile planlaması alanında kamu tarafından sunulan sağlık hizmeti fiili olarak azaltılmış, öncesinde kamu sağlık kurumlarında düzenli bir hizmet olarak sunulan “istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması (kürtaj)” neredeyse yasaklanma düzeyinde uygulanmamaya başlanmıştır. Rahim içi araç, hap, kondom vb. gebeliği önleyici modern tekniklerin gereksinim sahiplerine ulaştırılabilmesi yönündeki hizmet ise neredeyse bütünüyle kaldırılmış, kişilerin maddi ve sosyo kültürel olanaklarına terkedilmiştir. Öyle ki Türkiye genelini temsil eden en son araştırmanın verilerine göre 2013-2018 döneminde evli kadınların yüzde 12’sinin aile planlaması gereksiniminin karşılanmadığı saptanmıştır. Oysa bu, 2008-2013 döneminde yalnızca yüzde altı ile sınırlıydı. Diğer bir ifadeyle, bu sorunu yaşayan evli kadınların payı iki katına çıkmıştır.

Yukarıda paylaşılanlar pronatalist nüfus politikalarıyla yakın vadede yaşanma riski yüksek olan sağlık sorunlarıdır. Oysaki bu sorunlar dışında toplum genelinde beslenme, eğitim, işsizlik, yoksulluk, şiddet gibi sorunların daha da artarak yaşanacağı tarihsel olarak bilinen bir durumdur.

Günümüz dünyasında kapitalizm bir taraftan ekonomik ve siyasi krizi birlikte yaşarken, bunun bir sonucu olarak savaş gerçeğiyle de yüz yüzeyiz. Başka bir gerçek de doğurganlık örüntüsünün olabildiğince azalması sonucu özellikle merkez kapitalist........

© Bianet