Kürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider
10 Temmuz, Türkiye yakın tarihine düşünceleri ve mücadeleleriyle damga vurmuş şahsiyetlerimizden Mehmet Ali Aybar'ın sonsuzluğa göçünün 30. yıldönümü... Bu sabahın erken saatlerinde, iktidara göre "Terörsüz Türkiye", muhalefete göre "Barış ve Demokratik Toplum" sürecine ilişkin yeni gelişmelerle ilgili haberleri ve yorumları okurken, tam 63 yıl önce, yine bir Temmuz ayında, Türkiye İşçi Partisi saflarında sorumluluk üstlenmek üzere Aybar'la görüşmemizi ve sonraki kavga beraberliğimizi anımsadım.
Sosyalist hareketimiz, ilerici sendika liderlerinin kurmuş olduğu ve Aybar'ın genel başkanlığını üstlendiği Türkiye İşçi Partisi ile ülke çapında ses getirmeye başladığı gibi, cumhuriyetin ilanından beri devlet terörünün sürekli hedefi olan Kürt ulusu da ilk kez TİP saflarında siyasal olarak örgütlenmiş, başta TBMM olmak üzere Kürdistan illerindeki il genel meclisleri ve belediye meclislerinde temsil edilmeye başlamıştı.
Gerçi Aybar'la şahsen ilk kez Türkiye İşçi Partisi'nin örgütlenmeye başladığı 1962 yılında karşılaşmış, ondan sonra da tam yedi yıl, hem partili olarak, hem de partiyi sürekli destekleyen bir gazeteci olarak sık sık birlikte olmuştum, ama kendisini ismen tanıyarak hayranlık duymam çok daha öncelere, ortaokul ve lise öğrencisi olduğum 40'lı yıllara dayanıyordu.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Türkiye'nin hızla ABD emperyalizminin politik, askeri, ekonomik ve ideolojik egemenliği altına sokulmaya başladığı yıllardı. Sözüm ona çok partili rejime geçilmekte, ama Washington'un anti-komünist dayatmalarına harfiyen itaat edilerek sol partiler ve sendikalar kapatılmakta, sol yayınlar derhal susturulmaktaydı.
Yayınladıkları cep kitapları ve Çocuk Ansiklopedisi'yle benim daha ilkokul yıllarımda ufkumu açmış olan Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'in yönettiği Tan Gazetesi tesislerinin 4 Aralık 1945'te CHP'nin kışkırttığı anti-komünist güruh tarafından nasıl basıldığını Konya'da okuduğum yatılı ilkokulun son sınıfındayken öğretmenlerimize gelen gazetelerin manşetlerinden öğrenmiştim.
Üzerinden iki yıl geçmeden, İzmir'de yayınlanmakta olan Zincirli Hürriyet gazetesi de CHP iktidarının kışkırttığı anti-komünist bir güruhun saldırısına uğrayacaktı. Gazeteyi yayınlayan daha sonraki yıllarda Türkiye İşçi Partisi genel başkanlığını üstlenecek olan Mehmet Ali Aybar'dı.
İstanbul Üniversitesi'nde devletler hukuku doçenti olan Aybar Vatan Gazetesi'nde yazdığı yazılardan dolayı 1945 Aralık ayında üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmış, İstanbul'da yayınlamaya başladığı Hür adlı gazete de 8 Mart 1947'de sıkıyönetim komutanlığınca kapatılmıştı.
Bu nedenle İstanbul'u terk etmek zorunda kalan Aybar İzmir'e gelerek bu kentte haftalık Zincirli Hürriyet gazetesini yayımlamaya başlamıştı. Ancak Aybar'ın özellikle ABD "yardım"ını eleştiren yazıları üzerine CHP taraftarı Anadolu Gazetesi Zincirli Hürriyet aleyhinde iftiralarla dolu bir tahrik kampanyası açmış, 3. sayısı çıktıktan sonra CHP'nin tahrik ettiği gençler 19 Nisan 1947'de gazete bürosunu ve matbaasını basıp tıpkı Tan Gazetesi gibi bu özgür sesi de susturmuşlardı.
O yıllarda ne Sertel'leri, ne de Aybar'ı şahsen tanımam olası değildi.
Mücadelelerini Türkiye'de sürdürmek olanağı kalmayan Sertel'ler sürgüne çıkmak zorunda kaldıkları için şahsen tanımam asla mümkün olmadı. Ancak, 60'lı yılların ikinci yarısında Ant dergisinin sosyalist mücadeleye katkısını izledikleri için, sürgünde yazdıkları kitapları Türkiye'de yayınlama onurunu bize tanıdılar... Sabiha Sertel'in yaşam öyküsünü anlattığı Roman Gibi ve Zekeriya Sertel'in Nazım Hikmet üzerine yazdığı Mavi Gözlü Dev adlı kitaplarına bugün de İnfo-Türk'ün dijital arşivinde erişilebiliyor.
TİP SAFLARINDA MEHMET ALİ AYBAR'LA YOLDAŞLIĞIMIZ
Zincirli Hürriyet'i yayımlayan Mehmet Ali Aybar'ın adı ise ancak İzmir'de gazeteciliğe başladıktan sonra belleğimde unutulmayacak şekilde yer etmişti. Zincirli Hürriyet'e saldırının ayrıntılarını, ünlü 1951 Tevkifatı dolayısıyla tutuklanan ve mahkum olan komünist dostlarımın hapisten çıkmalarından sonra onlardan öğrenmiştim.
Muhalif gazeteci olmanın yanı sıra çalışan gazetecilerin haklarını korumak üzere kurulan İzmir Gazeteciler Sendikası'ndaki mücadelelerimden dolayı gazete patronları tarafından kara listeye alınıp işsiz bırakıldığım için 1962 yazında hayatımı kazanmak üzere İngiltere'ye gitmiştim. Ne ki, bir yıl önce kurulmuş olan Türkiye İşçi Partisi'nin Mehmet Ali Aybar başkanlığında örgütlenmeye başlaması üzerine İzmir'deki dostlarımın çağrısını alınca gurbetçiliğe son verip derhal İzmir'e döndüm.
Genel başkan olan Aybar’ın ilk açıklamaları ve bu açıklamalara gelen tepkiler üzerinde bir süre tartıştıktan sonra, partinin İzmir örgütlenmesi konusunda neler yapılabileceğini Avukat Suha Çilingiroğlu ile birlikte İstanbul’a giderek doğrudan Aybar’la konuşmaya karar verdik.
Aybar’la Galata tarafındaki Veli Alemdar İşhanı’nda bulunan avukat yazıhanesinde randevulaştık. Aybar’ın daha ilk karşılaşmada karşısındakini etkileyen kişiliği vardı. Gençlerin Türkiye İşçi Partisi’ne katılmak istemelerinden duyduğu sevinci gizlemiyordu.
Her birimizin mesleğini, geçmiş sosyal çalışmalarımızı sordu. Gazeteci olduğumu, Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu Yönetim Kurulu’nda yer aldığımı öğrenince çok sevindi:
"Basınla ilişkiler konusunda çok zayıfız" dedi. "Merkezde de, illerde de sosyalizm davasına inanmış gazeteci arkadaşların katılımı, sorumluluk üstlenmeleri çok önemli... Sizler de Türkiye İşçi Partisi’nin İzmir İl Yönetim Kurulu'nda görev almalı, il başkanlığını üstlenen Avukat Nuran Yuluğ arkadaşımıza destek olmalısınız."
Aybar’la konuşmamızda beni en etkileyen şey, karşımızdaki müstesna kişinin konuşma tonu, seçtiği kelimeler, gözlerindeki insancıl bakış, tüm bunlara ek olarak söylediği sözlerin etkisini artırmak için kocaman ellerini ifadeli biçimde kullanışıydı.
"İzmir bir işçi kenti, göçmen kenti. Sınıfsal örgütlenme burada hızla geliştirilebilir" dedik. "Ama İzmir aynı zamanda NATO’nun iki karargahının da bulunduğu kent. Türkiye İşçi Partisi’nin NATO’ya, ABD’ye karşı tavrı çok önemli. Parti ABD emperyalizmine, NATO’ya karşı da kararlı bir mücadele sürdürecekse, bizler de sonuna kadar varız, ne görev verilirse yaparız."
İzmir’i çok........
© Artı Gerçek
