Aydınlık ve Işık Kavramları Üzerine - 2
Sözlükte “aydınlık, ışık” anlamına gelen nûr kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “insanların önünü aydınlatıp doğru ve gerçek olanı görmelerini, hak ile bâtılı, hayır ile şerri ayırt etmelerini sağlayan mânevî ve ilâhî ışık” mânasında kullanılmıştır. Bunun karşıtı zulmettir. “Müminlerin velîsi olan Allah onları karanlıklardan nura çıkarır” meâlindeki âyetlerde (el-Bakara 2/257; el-Mâide 5/16) mecazi anlamda hidayete nur, dalâlete zulmet denilmiştir.
Bu dünyayı sadece beş duyu verileriyle algılayan kişilere pozitivist denir. Onlar bütün olup bitenleri fiziki alanın tezahürü olarak, toplumuda maddi ilkelerle açıklarlar. Halbuki bu maddi dediğimiz ilkelerin yani sebeblerin yahut süretlerin ardında saklı manaları yani manevi hikmetleri vardır. Onunda ardında bu tertibi ve yetiyi ona veren birde kudret vardır. Biz ona müsebbibül esbab diyoruz.
Bu gölge ışığın ardında üstün başka bir aydınlık, bu noksan aklın ardında başka üstün Külli akla değin bir akıl olduğu gerçeğini kimse inkar edemez. Taki sonuca kadarda böyledir. Aksi durum haliyle noksan ve eksik bir bakış olarak kalır. Sonuç yani son nokta ise ''Tevhid''tir. Sır kendinden kendinedir. Cemadattan nebatata ondan hayvanata değin her süretin anlamlandığı bir bilgi yükü vardır. Taki bu bilgi insan-i cana dönüşene dek varlık da devreder sürekli terakki eder. Bu terakki ancak tevhid ile nihayete erer.
Evet ortada sahne varsa her sahnenin ardında muhakkak bir ''şahne'' bulunur. Ortada bir beden varsa içinde birde can vardır. Daha ötesi bir anlayışla ona bir bilgi yükleyen ve can veren Yaratıcı vardır. Gaybe inananların bakışı hem pozitivistin bakışını kapsar hemde onun ötesine geçer. İnanan kişinin görüşü bu ışıkla yetinmez taki Nura varır. Çünkü mümin Allah'ın nuru ile gören kişiye denir. Hakkın kulunu nuruyla desteklemesi ki biz buna furkan diyoruz. Bu nur, insanın varlık mertebelerini iyi bilmesi, tevhidi anlaması ve inanması demektir..
Cenab-ı Hakk’ın isimleri ve sıfatları maddi dünyada sınırlı ama insanda sınırsız ölçüde taayyün eder. Ve bu taayyün esas itibarıyla ahlaki kemal olarak gerçekleşir. Özetlersek; aslı nur olan bu varlık Cenab-ı Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının taayyününden ibarettir. ''Allah yerlerin ve göklerin nurudur.'' ayetinin manası böylelikle zahir olur.
HİCAB, NUR VE NAR KAVRAMI NI ANLAMAK
Ebû Musa (ra) anlatıyor; ( ... ) O' nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, vechinin sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlukatını yakardı." Hadis-i Şerif- 3470
Bazı rivayetlerde nûr yerine, nâr denmiştir. Nûr'la nâr arasındaki fark veya nurânî ile maddî arasındaki fark nedir? Tam çözülmüş değildir. İlim ve tekniğin ilerlemesi bu hususlarda daha müteyakkız olmaya, Resûlullah'ın nur' la neyi kasdettiğini daha sağlıklı anlamaya yardımcı olmaktadır. Zira en son nazariyelere göre madde ışına (nur'a) dönüşebilmektedir. Şu halde nur, nar ve hatta madde müşterek bir öz'ün farklı kesafetteki temeyyüünden, esma-i ilâhîye' nin feyz-i ilahî suretinde farklı mertebelerdeki tecellisinden ibarettir.
Hepsinin aslını, bazı hadislerde geldiği üzere, Nur-u Muhammedî (Aleyhissalâtu Vesselâm) denen bir ilk, bir irade-i kün teşkil etmektedir. Öyle ise hâlıkla mahluk arasındaki "hicab" izafî bir vakı'adır, Mahlûktan Hâlık'a perdedir, görülmesine manidir, Hâlık'tan mahluka nurdur, aydınlıktır, görmesine engel değildir. Allah "evvel"dir, "ahir" dir, "zâhir"dir, "bâtın"dır, her şeyi "bilen"dir.
Bütün bu söylenenlerden daha makbul bir ma'nâ şöyle ifade edilebilir: "Allah'ı kullara karşı perdeleyen nurlardan bir nur inkişaf edecek olsa, bu nur, değeceği her şeyi helâk eder, tıpkı böyle bir inkişâfta Hazreti Musa'nın bayılıp düşmesi ve Allah'ın tecellî etmesiyle dağların parça parça olması gibi." (Nihâye'den).
Beyt ;
Bir ilimdir ki, bu bütün ilim ve irfân ondadır
İbret ile altı yönden görünen eşyâya bak,
Cümle bir âyînedir kim vech-i Rahmân andadır.
Mısri ks
Bütün eşya bir aynadır hepsinde Rahmân’ın yüzü ondadır. Görmenin sırrına erişmek yine Allah Teâlâ’nın yardımı sayesindedir. Burada eşya “şey” manasına kullanılmış, eşyanın hakikati olan Allah Teâlâ’nın eşyada zuhur edişini anla ve fark et denilmektedir. Allah Teâlâ’nın zuhuru, perdedir zuhuruna demektir. Eşya hem zuhura sebep hem de engel olmakla perdeleri insanın gözüne çekmektedir.
ALLAHIN VECHİ NE DEMEKTİR
''Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın vechi (zatı) oradadır. (Bakara-115)
Allah'ın vechi "Zât"ı demektir. Vech (yüz) birçok dillerde olduğu gibi Arapçada dahi şahsın yani zâtın kendisini ifade eder. Nitekim dilimizde de "yüzün ak veya kara olması" tabirinde şahsiyetin tebriesi veya tezyifi kastedilir. Öyleyse Allah'ın vechi, Allah'ın zâtı demektir ve basarının ihâtâsı tabiriyle bütün mümkinât yani mahluk âlem kastedilmiştir. Zirâ O'nun basar ve ilmi bütün varlıkları kuşatır. Hiç bir şey O'nun nazarından hâriç, ilminden dışarı değildir.
GAZALİDE GÖRE NUR ve MERTEBELERİ
Gazzâlî marifeti, “Allah’ın kulunun kalbine attığı bir nurla kulun daha önce isimlerini bildiği şeyleri açık seçik görmesi” şeklinde tanımlamıştır. Buna göre marifet sırf bir lütuf olarak Allah’ın kuluna verdiği bir ışıktır. Hz. Ali’nin, “Allah’ı Allah’la, O’ndan başkasını da O’nun nuru ile tanıdım” sözünün anlamı budur.
Allah kendisini kime tanıtırsa O’nu ancak o tanır. Cüneyd-i Bağdadî tarife (tanıtma) ve taarrufa (tanınma) dayanan iki marifetten bahseder. Taarruf Allah’ın kendisini, kendisiyle ilişkisi açısından da eşyayı kuluna tanıtması, tarif ise dış dünya (âfâk) ve iç dünya da (enfüs) kudretinin eserlerini ona göstermesidir.İlki havassın, ikincisi avamın marifetidir. Taarruf Allah’ın lutfuyla O’nu doğrudan tanıma, tarif dolaylı olarak Hakk’ın kendisini kuluna tanıtmasıdır.
Özü itibariyle zâhir olup başka zuhurların kaynağı olan şeye nur denir. Varlıkla yokluk karşılaştırılınca varlık nur, yokluk zulmettir. Her şeyi yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran Allah’ın nurudur. Feyezan yoluyla eşyaya gelen varlık da O’nun zâtının nurudur. Bir nur olan güneşin her zerresi kendisinin delili olduğu gibi varlıkların her zerresi de Allah’ın varlığının delilidir. Allah’ın bâtın olmasının sebebi çok zâhir olmasıdır. Çünkü O’nun nuru nuruna perde olmuştur (Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 99, 106).
Dünyevî ve maddî nurlar olduğu gibi uhrevî ve mânevî nurlar da vardır. Güneşin, ayın ve yıldızların ışıkları gibi dünyevî nurların bir kısmı gözle, Kur’an gibi ilâhî kaynaklı nurlar ise basiret ve akılla algılanır. “Allah’a, resulüne ve indirdiğimiz nura iman ediniz” meâlindeki âyetlerde (et-Tegābün 64/8; en-Nisâ 4/174) nurdan maksat Kur’an’dır. Kur’an’ın isimlerinden biri de nurdur.
Mişkâtü’l-envâr adlı eserindeki görüşleriyle nur fikrine büyük katkı sağlayan Gazzâlî tek ve hakiki nurun Allah olduğunu, O’nun dışındaki nurlara ancak mecaz yoluyla nur denilebileceğini ifade etmiş ve nuru “zuhur” olarak tanımlamıştır. Ona göre kalpteki gözün nuru baştaki gözün nurundan daha önemlidir; bu sebeple bu gözün görmesini sağlayan nur gerçek nurdur.Sana hakîki nûrun durumunu anlattım: O, kendisi ile idrâk gerçekleştiği halde, kendisinin idrâk edilmediği bir şeydir.
EBU’ l-HÜSEYİN EN-NURİ' YE GÖRE NUR KAVRAMI
Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî kalpte bazı nûrların bulunduğunu söylemekte ve bunları şu şekilde sıralamaktadır: Marifet nûru, akıl nûru, ilim nûru. Ona göre marifet güneş, akıl kamer ve ilim de yıldızlar gibidir. Marifet nûru hevâyı, akıl nûru şehveti, ilim nûru da cehaleti örter. Marifet nûru ile Rab Teâlâ görülür, akıl nûru ile Hakk kabul edilir, ilim nûru ile de Hak’la amel edilir.Arifin kalbinde bulunan nûrun bazı dereceleri olduğundan bahseden Nûrî şöyle demektedir: “Allah bir kimsenin saadetini istediğinde onun kalbine nûr verir ve bu nûr tedricen şu halleri alır: Nûr, ziyâ, şuâ’, kamer, şems. Nûr halindeyken dünyada ve içindekilerden soğur. Kamer halini alınca ahiret ve oradakilerden uzaklaşır. Şems olunca da ne dünyayı, ne ahireti, ne onların içinde olanları görür, Rabbi dışında hiçbir şeyi bilmez olur. Onun cesedi, kalbi ve sözü nûr olur.
HAKİMİ-TİRMİZİDE NUR KAVRAMI
Tirmizî nûrun kelime anlamının “iyilik”, zulmetin ise “kötülük” olduğunu söylemektedir. Ona göre nûr ile zulmet sürekli mücadele halindedir ve dâimî olarak galip gelen nûrdur. İbn Arabî de iyilik ve kötülüğü nûr ve zulmet kavramları ile eşleştirmektedir. Ancak onun bu konudaki kanaatleri Tirmizî’ye nazaran daha kapsamlıdır. Ona
göre sırf kötülük, sırf yokluk ve sırf karanlık aynıdır. Sırf iyilik ise sırf varlık ve sırf ışıktır. İbn Arabî için nûr ile zulmet arasındaki fark bir karşıtlık farkı değil varlık- yokluk farkıdır.
Bu doğrultudaki bir yorumu Şihâbüddin Sühreverdî’de de (ö. 587/1191) bulmak mümkündür.Ancak söz konusu kavramı bu bağlamda elen ilk sûfi olması yönüyle Tirmizî dikkate değerdir.O, nûr ile ilgili açıklamalarını Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan “O,göklerin ve yerin nûrudur” (Nûr, 24/35) ayetine dayandırmaktadır.Bu ayetin müfessirler tarafından çok değişik tefsirlerinin yapıldığını belirttikten sonra esas olarak dokuz çeşit nûrun var olduğunu ifade etmektedir.
Bunlar sırasıyla: Güneşin nûru,........
© Akasyam
visit website